27 Mayıs 2010 Perşembe

dansa davet

garip bir şekilde şu şarkıyı çook çok sevdim. içimden dans ediyorum. sen de gelsene bak pist bomboşş.

bi de ne dicem, mesela bir mekana gidersin ilk yarım saat bir saat kimse oynamaz ya... işte ben o geçen zamana çok acırım. o yüzden ilk ben oynarım.


26 Mayıs 2010 Çarşamba

ben nasıl büyük yazar olacam?

Eğer doğru yazarları okuyup, doğru filmler seyrederesen; doğru insanlarla arkadaş olup yanlış adama aşık olursan bence iyi bir yazar olabilirsin.

tüm malzemeler hazır. başlayalım o zaman.

Atilla İlhan geçse karşıma

sana ne yaptılar? diye sorsa...
"gözüme bişey kaçtı" der kaçarım.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İntikam zeytinyağlıdır

Ben zeytinyağlıları bile sıcak severim ama. soğuyunca bir anlamı olmuyor. o nasıl olcak?

23 Mayıs 2010 Pazar

ruhun -den hali

hani telefonunu evde unutmuşsundur da bütün gün aklın ondandır. akşam eve geldiğinde 3bin mesaj 800 tane arama görme umuduyla koşarsın da ekranda yazan tek şey saattir ya...
çok kızarsın ama kime olduğunu bilmezsin, telefon suçluymuş gibi ondan tiksinirsin, sonra birkaç saniyeliğine kendinden tiksinirsin. ama sonra hemen geçer ya...
işte öyle bişey benimkisi. yavaş geçeninden ama.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

televizyon beni izlerken


saatlerdir televizyon beni izliyor, ben bilgisayarı. öylece geziniyorum internette aklım nerde kim bilir...
aklımı bir şeye veresim de yok aslında. en azından hafta sonu düşünmesem ne güzel olur.

30lu yaşlardaki halim 24 yaşımda bir cumartesi gününü bilgisayar başında geçirdiğimi görse eminim zorla kapı dışarı eder beni. "koş" der, "salak mısın? koş, git, gez, dolaş, keşfet, dans et..." ona nasıl bir bahane gösteririm bilmiyorum.

ama şunu da biliyorum; bugünkü halim de çıkıp, gezip tozup, dans edip delirince kızıyor bana içten içe. her gün aynı muhabbetler, aynı şarkılar, aynı duygular... "otur" diyor. "salak mısın? oku, izle, keşfet, öğren..."


şöyle güzel bir resim çizsem bugünün anısına mesela. ya da mutfağa gidip daha önce hiç yapmadığım bir tarifi denesem. televizyonu kapatsam, bilgisayarı kırsam, vapura atlasam, karşıya geçsem geri gelsem, bir yazarın zilini çalsam, onla çay içsem, küfür içerikli mesajlar yollasam hakedene, istiklal'de  bir kaldırımda isteyene şiir yazıp para kazansam, o parayı delilere versem, bir televizyon kanalını bassam, ana haber bülteninde stüdyoya girip dans etsem, bir konsere gitsem bateristi itsem ben otursam, bagetlerle kafama vursam...

yok yok, daha var delirmeme şimdi değil...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Kaçan vs Kovalayan

kaçan ya da kovalayan olmak, işte bütün mesele bu...

kaçan havalıdır ama asıl eğlenen kovalayandır. kovalayan bizdendir çünkü hissettiğini yaşar.
birinden kaçarsan sınırların vardır aşmaman gereken, oysa kovalayan sınır tanımaz hatta asıl amacı sınırları aşıp kaleyi fethetmektir.

kaçan olursan çok şey kaçırırsın şu hayatta. bence en iyisi hepimiz kovalayacak birini bulup peşine düşelim. eşekler bizi kovalamadan biz birini kovalayalım.

18 Mayıs 2010 Salı

İstanbul Kuşatması

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Sorun sende değil (e)bende.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

anneme reklamcı olduğumu söyledim.

"üzülme seneye tekrar girersin" dedi

12 Mayıs 2010 Çarşamba

iştahım karardı

Merhaba içimdeki isteksizlik!
Hayattan soğuttun beni. bu güzel bahar ayında koşup eğlenmek aşık olmak coşmak varken...
seni de istemiyorum hadi git! leave me alone.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

are you reklamcı?

Konuşurken kullandığı İngilizce kelimeleri hesapladım. Hesaplarıma göre tahminimin sekmesine imkan yoktu. hemen sordum:

"Reklamcı mısın?"

aniden kafasını kaldırdı. şaşırarak sordu:

"nerden bildin?"

"hiiç" dedim. "tahmin sadece"

içim geçmiş yakalayamamışım

Yolda gördüğüm çiftlere uyuz olmayı bırakıp, "ahh canlarım benim! ne de güzel yakışmışlar" dediğim anda anladım babaanne moduna girdiğimi.

bu saatten sonra benden bir cacık olmaz.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

önce emekli olup sonra çalışalım

en mantıklısı bu değil mi? ben neyleyim 50sinden sonra dünya turunu. dünyayı gezecem diye bir ay bacak ağrısı çekecem. hem ne demişler, "yakışırken giymeli dişin varken yemeli."

işte bu yüzden mezun olan herkes önce emekli olsun. ikramiyesini alsın. sonra çalışsın. ister o parayla iş kursun, ister dünyayı gezsin sonra memur olsun.
hem ne için çalıştığımızı bilelim di mi ya?

özel not: annecim senin ruhun genç biz gezeriz dünyayı seninle.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

içimdeki yaş problemi


eskiden depresyon bana yakışmazdı. bir numara falan büyük dururdu.
şimdi büyüdüm sanırım. tam oturdu üzerime.

insan dediğin buzdağı gibi olmalı. iç dünyası, dışa yansıttığının iki katı olmalı.
ama bazen iç dünyandan taşıyorsun ya, anlatıyorsun, yazıyorsun, çiziyorsun...

buraya yazamadığım çok şey var. defterlere yazıyorum. ama defterlere yazamadıklarım nolcak onu hiç bilmiyorum. günün birinde bana yol, su, elektrik olarak geri dönecek sanırım.

durduk yere mutsuz olmakla, her şeyden mutlu olmak arasında gidip geliyorum. çok mutluyum, çok mutsuzum. eskiden bunları hiç sorgulamazdım. mutlu olduğum günleri şanslı günlerimden saymazdım. doğal bir şeydi çünkü...

hala içimde, beklediğim otobüs erken geldiğinde "yihuuuu!" diye bağıran bir çocuk var. iki küçük çocuğun saçma diyoloğunu duyduğunda gülmekten ölen. herhangi biriyle göz göze geldiğinde gülümseyen...

diğer yandan bir şarkıda, anısını bıraktığı mekanın önünden geçtiğinde, bir parfüm kokusunda, mutsuz bir aile tablosunda, bir anda hüzünlenen biri var. ismini bilmediğim. kaç yaşında kim bilir? ama öyle büyük ki bazen ondan korkuyorum.

biraz düşününce tüm bunları yazmak çok saçma. buzdağımın görünmeyen kısmını yani. kime ne ki bunlardan? ben bile kaçarken kendimle hesaplaşmaktan insanlar neden igilensin?

yazmak saçma evet. bir kitabın içindekiler değil ki bu. benim içimdekiler. saçmalıyorum. yalnız bir cumartesi akşamından çok şey beklememek gerekir sanırım.