28 Şubat 2010 Pazar

Sevmek Korkusu

"Bir gün bir masa karşısındaydım. Üstüne yeşil çuha örtmüşlerdi. Üzerinde oyun oynamıştık. Parti bittikten sonra masanın örtüsünü kaldırdılar. O zaman ben masanın birdenbire küçüldüğünü hayretle görmüştüm. O da bu masa gibi olurdu. Fakat aksine; birdenbire küçükken büyüyverir, kısa iken uzar; kalkar giderdi."

Sait Faik

26 Şubat 2010 Cuma

hiç sallamıyorsun beni



salıncakta salınsak ya? belki sıkıntıları da salarız. bence salıncak dünyanın en güzel buluşu. büyüyünce salonuma kurduracam. bahçemde hamağım olacak, bunalımdan kurtaracak beni falan...

Milattan Hemen Önce

Çok sıkılıyorum! ama en kötüsü de boşluktan sıkıldığım bu günleri özleyeceğimi biliyorum.

bugün milat. kariyerim için yaptığım ilk önemli tercih. hatta öyle ki kariyer kelimesini ilk defa kendim için kullanışım. bu kelime bile iğreti durdu bende sanki. böyle resmi falan. alışmak zor olacak.

25 Şubat 2010 Perşembe

klişelerin gücü adına



klişeler işe yarar. işe yaramasa klişeleşecek kadar çok kullanılmazdı zaten.

50 yıl önce geçerli olan şey gayet tabi şimdi de geçerli olabilir. hele de insan doğasıyla ilgiliyse. hele de ilişkilerle ilgiliyse. örneğin vur kaç taktiği vardır ki her zaman her yerde işe yarar. birini gözüne kestirdiysen vurup kaçarsın. ya da biri vurup kaçmışsa sana kaçanı kovalarsın. aklında olmasa bile sana ilgisini gösterip sonra birden çeken erkeği düşünmeye başlarsın. üzeni sever, seveni üzersin.

ulaşamayacağın her şey güzeldir. gizemli olanlar güzeldir. adı koyulmayanlar güzeldir. tek başına hayal kurmak en güzeldir.

24 Şubat 2010 Çarşamba

anılarla tanışmak

Image and video hosting by TinyPic

sigarasını ne zaman bitirdiği ne zaman diğerini yaktığını anlamıyordum bile. onu sigarasız görmeye de pek alışık değildim zaten.

saatlerdir birlikteydik. bu şehirde çok eski değildim. o hiç değildi. iş çıkışımda beni beklerken "boşa duracağıma şurdaki eyleme katılayım da bir faydam dokunsun" diye düşünecek kadar yeniydi hatta.

çok iyi bilmediğim ama hep girmek istediğim sokaklara girmenin tam sırasıydı. çünkü onun yanında bana bir şey olmazdı biliyordum. gezdik... o sokaktan girip diğerinden çıktık. galata kulesinin altında çay içtik. Halice doğru inmeyi denedik beceremedik. uzaktan öylece baktık sadece.

oranın kahvesi güzel buranın tatlısı derken her mekanda oturduk. konuşacak o kadar çok şey varken hep aynı şeylerden bahsediyor asıl konuşmamız gerekenleri atlıyorduk. kısıtlı zamanımızı geçmişten konuşarak geçirmek istemiyorduk belki.

yapmaya çalıştığı o kötü espirilere güldüm hep. "bak işte gülüyorsun" dedi "demek ki söylediğin kadar iğrenç espiri yapmıyormuşum." "kibarlıktan gülüyorum" dedim. ama değildi. gülesim geliyordu gerçekten. espiri yapmaya çalıştığındaki haliydi beni güldüren. eskiden de bir espiri yaptğında en çok kendi güler sonra çaktırmadan etrafına bakardı hep kimler gülüyor diye.

o akşam kelimeler olmadan konuştuk. çok şeyden bahsettik aslında. yeniden tanıyor gibiydim onu. nasıl oluyor da insanları iki dakikada etkiliyor hayranlıkla izliyordum. öyle bir iletişim gücü vardı ki garsonu, sahafı, yoldan geçeni, kültürlüsü, cahili, önceden tanıyanı, ilk kez göreni, herkes seviyordu herkes anında gülümsüyordu içtenlikle. şaşkın mıydım, hayran mıydım, kıskanıyor muydum bilmiyorum. garip bir his bürümüştü içimi ama kötü diyemem.

o başka tarafa bakarken ben yüzünü inceliyordum gizlice. küçükken elime terlikle vurduğundaki sinirli adam değildi o. daha yumuşak daha dalgın...

22 Şubat 2010 Pazartesi

mükemmelin yan etkisi

mükemmeli yaşamak güzel gibi görünse de çok riskli bence.
mükemmelden sonra "güzel" olan bile tatmin etmiyor. yetmiyor. keşke en güzel anlarımı en sonlarda yaşasaydım.

sanki bundan sonra yaşımla, geçirdiğim güzel günlerin sayısı ters orantılı olacak gibi. bu grafiği sevmedim.

21 Şubat 2010 Pazar

eski ben vs yeni ben


"hayatımın geri kalanını öğrendiklerimi unutmaya çalışarak geçireceğim" dedi. haklıydı da. kendimi düşündüm ister istemez.

ne kadar çok öğretilen varsa hepsini sorgulamadan yerleştirmiştim hayatıma. neyin doğru neyin yanlış olduğu güzelce öğretilmişti. nasıl davransam ayıp kaçacağı, nasıl konuşursam iyi bir kız olacağım... bense uyumluydum önceleri. nasıl davranacağını nerde ne yapılmayacağını bilen iyi bir kızdım yani. ta ki bir gün merak edip kendimi aramaya başlayana kadar...

asi olmak için değil, kendimi bulmak için yıktım kuralları. kaçmak için değil kaçtığım benliğime kavuşmak için vazgeçtim iyi kız imajından.

peki buldum mu? hayır. ne kendimi bulabildim ne de eski ben olabildim. ama asla pişman değilim. aksine hiç bu kadar kendime yaklaşmamıştım. çok az kaldı.

18 Şubat 2010 Perşembe

Hayalinle bin yaşa



şuraya hayallerimi yazayım da belki yapmış kadar heyecanlanır şu sıradan hayatıma renk katarım.
adı üstünde hayal, düşünce balonlarında yaşayan, gereçekleşmesi mümkün olan ve olmayan "şeyler" topluluğu.şey bunu anlatan en güzel şey bence.
neyse hayallerime geçelim;

- amsterdam'da en az 1 yıl yaşayacam. o kısacık gezimden hayalimde kalan her yerde yiyip içecem, bakkala terlikle gidip bisikletimi hakettiği yerlere parkedecem.

- çok başarılı bir reklam yazarı olduktan sonra Tarantino misali reklamlarımda oynayacam.

- belki oyuncu bile olurum. bir sinema filminde oynasam bana yeter. ilerde torunlarıma bırakayım başka da bişey istemem.

- uykusuz'da bir köşem olacak. güzel ama çok saçma olacak. o kadar saçma ki bazen ben bile anlamayacağım.

- erasmustan sonra dolabın üstünde tozlanmaya bıraktığım dağcı çantamı alıp dünyayı dolaşacam. en pis hostellerde kalcam.

- bir de eskişehir'i satın alacam. bütün barlara arkadaşlarımı koyacam. böylece her gittiğimde tanıdık yüzler görecem.

- sahil kasabasına taşınmayacam. taşınanları alıp ankaraya yerleştircem. yeter çok şımarmasınlar.

- ne hakkında olacağına henüz karar vermediğim bir kitap yazacam ön sayfasında "yıllar önce kaybettiğim beynime" yazabilir belki.

- senarist olacağım. süper komik bir diziyi 3-5 kişilik ekibimle reyting listesinde üst sıralara taşıyacam.

- saçlarımı değiştircem. yok yok değiştirmicem şaka.

- böyle yüksek sesle konuşan, bacaklarını açarak oturan, kendini bi bok zanneden ukalaları gördüğüm yerde "bişey diycem" diye çağırıp bana doğru eğildiğinde kulağına okkalı bir şaplak atacam.

işte benim mütevazi hayallerim. ben hayattan çok şey beklemiyorum esasında.

16 Şubat 2010 Salı

hold me tayt !


ben bugün giyinmeyi unuttum. evet altıma şort giyecektim basbaya unuttum. taytımla T-shirtümle kalakaldım.

allahtan tayt hayatımıza balıklama bir giriş yaparak gönlümüzün tahtına oturdu.kimse de çıkıp "yahu noluyor! bu tayt dediğiniz şeyin külotlu çoraptan ne farkı var?" demedi. normalde eteği açılınca yerin dibine giren bayanlar altında tayt varken taklalar attı.

külotlu çoraplı kadın,dünyanın en çirkin görüntüsüyken,taytın üzerine minicik bir T-shirt kabul gördü.

"ay popom çok çıkacak,aman basenlerim belli olacak" diyen bayanların tayt sevgisine hiç girmiyorum bile.

ben anlamadım arkadaş! nasıl bir iştir bu?
ama bugün ben de onlardan biriyim. şortumu giymeyi unutup taytla geldim ajansa ve kimse bunun farkında değil.

12 Şubat 2010 Cuma

bir sövgülüler günü daha


geçen sevgililer gününde yazdığım yazıya baktım da..

hala aynı şeyleri düşünüyor olmam ne güzel. hala aynı şeyleri düşünüyor olmam ne kötü.

9 Şubat 2010 Salı

beynimden özür diliyorum !


kullanmaya kullanmaya paslanmaya başlayan zavallı beynime burdan selamlar olsun.

az kaldı, tekrar birlikte olacağımız günler gelecek. ben ve o çok büyük işler başaracağız. onsuz geçen günlere inat zekice espiriler yapıp mantıklı şeyler söyleyebileceğim.

o zaman bu yazının sonunu daha rahat getirebileceğim. konuşurken neyden bahsettiğimi unutmayıp kelimeleri ardı arkasına sıralayabileceğim. şu salak kafam biraz daha hızlı çalışabilecek.

yani umut ediyorum. bunca zamandır arayıp sormadığım beynim gücenip kırılmadıysa...