25 Temmuz 2010 Pazar

-Pardon kime gelmiştiniz? -Kendime.

Hazır çorbayı karıştırırken kaynamaya başladığını fark ettiğim andaki gibi mutlu geçti bu hafta sonu.

Birinci yılımı çifte bayramla kutladık.

Güzel şeyler oluyor. olacak da biliyorum.
Son 4-5 ayda yazdıklarım hiç bana benzemiyordu ama ben yine de melankolik yanımla tanıştığıma memnun oldum. Sürekli mutlu olmaktan kıllanıp mutluluğa kısa bir reklam arası vermiştim. Şimdiyse yine reklamlarla özüme döndüm.

So tell the boys that I am back in town!

22 Temmuz 2010 Perşembe

Seni yenmeye gelmiştim tam 1 yıl önce

mezun olur olmaz tabakhaneye yetişircesine bavulumu alıp geleli tam bir yıl olmuş. topu topu bir yılda İstanbul'un bana öğrettiği çok şey oldu:

taksiciyle muhabbet edebilme

para harcarken durup düşünme yetisi

laf atanları duymama

omuz atanları hissetmeme

karşı masada seni süzeni görmezlikten gelme.

yürüyen merdivende solda dikilenleri "cık cık" lama

dilencilere üzülmekten vazgeçme

"akbili tekrar dokundur"ma

para bozma makinesine para kaptırma

seyrantepe metrosunun açılmamasına hayıflanma

İstiklal'de yürüyebilme (sanatı)

ünlü gördüğünde dönüp bakmama

para harcayacak alternatif öneriler: sokak müzisyenleri

unicef, greenpeace, bedava kahve falı, engellilere yardım dergisi... gibi kelime gruplarına alerji olma.

vapura, otobüse yetişebilmek için depar atma

yeni kelime alternatifleri: revizyon, looku çok iyi, güzel sound ediyor, footage...

falanlar filanlar...

tam bir yıl olmuş öğrenci manyaklıklarımla dolu eskişehir'i bırakalı. ajansa gelip üç katım büyüklüğündeki kapıyı çalalı.

çok şey öğrensem de şimdilik 1-0 maç senin İstanbul. ama sen duuur...

18 Temmuz 2010 Pazar

Yurttan kızlar korosu


Bir odada 6 kızdık. karşıdaki erkek yurdundan bazen lazer tutarlardı. biz karşılık verirsek çakmakla telefon numaraları bile yazarlardı havaya.

merve vardı. çok düzenliydi. neyini nereye koyduğunu bilirdi.kıyafetlerini dolaba yerleştirirken milimetrik hesaplar yapardı. bazen o yatağında uzanırken dolabını açar sorular sorardım. "evet söyle bakalım, mavi bluz nerde?" "ikinci rafta sağdan üçüncü." "peki törpün nerde?" "kangurunun soldaki yeşil gözünde makyaj çantasının yanında" "allah belanı versin pis düzenli!"

ebru'nun çok güzel nevresimleri vardı. mordu. üstünde karikatürden kocaman bir kız vardı "I love being me." yazıyordu. ebru hep oje sürerdi. sabahları erken kalkardı. ve bizi güzel (gibi) sesiyle kendi bestelediği şarkıyı söyleyerek uyandırırdı: "saaabaaaah oldu, uyan artııık, kalk kalk kalk!" şimdi böyle yazınca bestesi anlaşılmıyor ama dünyanın en kötü şarkısıydı ve ebru'nun güzel (çizgi film) sesiyle birleşince mecburen uyanmak zorunda kalırdık.

gülçin vardı. düşünceliydi. sabahları kalkar tuvalete gider sonra yatağında düşünürdü. bunun yüzünden derse geç kalırdı. bazen pantolonun bir bacağını giymiş şekilde düşünürken yakalardım onu. ne düşündüğünü o dahil kimse bilmezdi. bir de bazen korkunç hikayeler anlatırdı bize ışığı kapatıp.

tuba vardı. batıl inançların insanıydı. her duyduğuna inanır ve bizi de inandırmaya çalışırdı. en son ikiz çocuğun kıyamet alameti olduğuna herkesi ikna etmeye çalışmıştı. en çalışkanımız oydu. bu yüzden kahvesini sütsüz içerdi. bizim gibi iletişim okumadığından sınav zamanları gözden kaybolurdu. ÇS kısaltmasının Çalışma Salonu'na ait olduğunu ondan öğrenmiştik. pek görmüşlüğümüz de yoktur...

seda vardı. sevgilisine hediyeler aldırırdı. evet zorla aldırırdı. ha bir de palyaçolardan çok korkardı. gerçekten. adını bile duysa yorganın altına girer kulağını kapardı.

ben vardım. 6 kişilik dağıtırdım odayı. yatağımdan portakal, ayran kutusu ve atkı örmek için aldığım şiş çıkmıştı  bi keresinde. üst ranzadan aşağı inmesini beceremez hep çivileme atlardım. geceleri herkesten geç yattığımdan koridorda çok arkadaşım vardı. bir de sesten rahatsız olmadığım için bir tek benim uyumam kaale alınmazdı. bağıra bağıra konuşur gülüşürlerdi. sabahları kalkma problemim olduğunu bildikleri için beni uyandırmaktan vazgeçmişlerdi. "biz derse gidiyoruz kalk da ikinci derse yetiş bari." derlerdi en fazla. "ıhhgmmm." diyebilirdim. ben uyurken konuşamam da... ağlarken de öyle.


gece yurda geç kalmak yasaktı  ama koşa koşa gitsek de hep geç kalırdık. gülçin'le ben hep koşardık zaten. her yere yarışarak giderdik. biri "hadi!" dedi mi başlardık yurt kapısına kadar. bi kere bile beni yenememişti ama hep umutluydu.

bazen bütün kızlar gizlice içki sokardık yurda. mum ışığında birbirimize aşklarımızı anlatır sonra her şeyi geyiğe bağlardık. biz gülmeden duramazdık. yan odadan şikayet gelirdi hep. kıskançlık bence.

yurt müdüreleri gezerdi bazı sabahlar. gizlice soktuğumuz kahve yapma makinelerimizi kaptırırdık hep. yatağın neden dağınık diye sorarlardı bana "nerem doğru ki?" diyesim gelirdi. ama demezdim.

kızlar evlerini özlediklerinde ben onları avuturdum ve neden evimi özlemezdim hala bilmiyorum.

çok eğlenirdik. hem de çok! bu yüzden misafirlerimiz hiç eksik olmazdı. diğer odadakiler akın akın gelirdi odamıza.

6 kızın kaldığı bir yurt odasıydı işte. ve eminim dolapların içinde hepimizin en güzel anıları hala duruyordur. şimdi kim kullanıyor onları kim bilir...


NOT: hepinizi öyle özlüyorum ki...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

a-sosyalim b-değilim

ben eskiden çok sıcakkanlı bir insandım. bir ortama girdiğimde anında kaynaşırdım herkesle. hiçbirinin kaçarı yoktu. onları tanımak dünyalarını keşfetmek hem çok kolay, hem çok zevkliydi benim için.

o kadar çok arkadaşım vardı ki... yolda rahat yürüyemezdim her iki adımda bir biri durdururdu, laflardık. birinin hoşlandığı mutlaka bir arkadaşımın arkadaşı, öbürünün eski sevgilisi benim eski komşum falandı.

sonra istanbul'a geldim. olaylar biraz değişti. ben değiştim sanırım. o kadar çok insan vardı ki hepsiyle tanışmama imkan yoktu. ben de insanların hayatlarını merak etmemeye başladım. şu kızla her gün karşılaşıyordum ama selam vermesem de olurdu. şu çocukla aynı ajanstaydık ama adı neydi ki? amaan boşver... aa yeni bir ortam! of ne çok konuşuyorlar! şu çocuk da amma soru sordu ha...

derken derken bir baktım ki insanlara tahammülüm azalmış. az konuşur, çok gözler olmuşum. yeni insanları hayatıma sokmayı bırak fazlalıklardan kurtulmaya başlamışım. üstelik hiç farketmeden yapmışım bunu.

Bundan böyle kendime sosyalim. bu çok daha iyimiş geç keşfetmişim.

11 Temmuz 2010 Pazar

yaz gelmek istemedi bu sene

yaz gelmedi bu sene. ya da gelmek istemedi kim bilir... hepimiz garipsedik bu durumu tabi. nasıl gelmez ya? nasıl!

tıpkı bizi koşulsuz sevmesine alıştığımız biri gibi. gel dememize gerek bırkmadan hep yanımızda olan... temel görevi gelmek, sevmek olan...

o kadar alıştırmıştır ki bizi, bir gün gelmeyince kızarız, sevmeyince şaşarız. kabullenmek istemeyiz. "nasıl sevmez lan beni?" eninde sonunda geri döner diye bekleriz ama dönmez işte. gelmek istemez. ve biz kaybettiğinde kıymetini anladığımız her şey gibi üzülürüz.

bu sene yaz gelmedi. belki de bir daha hiç gelmez.

8 Temmuz 2010 Perşembe

o uzaklara dalardı ben ona

yaşamaktan nefret eden hayat dolu bir kadındı.

gülerken birden gözleri dalardı boşluğa. ne düşündüğünü kimse bilmezdi ama ne kadar acı çektiğini az çok tahmin edebilirdi. hoş hiçbir acısını anlatmamıştı şimdiye kadar ama anlatabilseydi zaten öyle bakamazdı.

bense uzaklara daldığında onu izler, gücüne hayran olurdum. "olmak istediğim ve olmak istemediğim kişi bu işte." diye düşünürdüm. güçlü olmak güzel, güçlü olmak kötü...

keşke çok acı çektiğim zamanlar pat diye bayılsam ya da bağıra bağıra ağlayıp eşyaları kırabilsem. mesela bir bardağı duvara fırlatsam içindeki kahve tavana sıçrasa. ya da evde "yeteeeeer!" diye bağıran komşu gibi olsam.

bence güçlü olmak, acı eşiğin yüksek olduğu için daha fazla acıyı göğüslemek demek.

çok güçlü bir kadındı ve bu yüzden hayattan zevk alamıyordu. bense onu izleyip o kadar güçlü olmayacağıma dair kendime söz veriyordum her defasında.

4 Temmuz 2010 Pazar

ruhuma yaz geldi



ben geldim!
yeniden doğdum.
eski acıları yeni heyecanlarla değiştirdim.
baktım ki dibe vurdum
yukarı çıkayım dedim.

ağladığım onca gecenin inadına dans ettim.
düşündüğümden yaşayamadığım anları tekrar ettim
kaldırımda oturup gecenin bir yarısı şarkı söyledim
pillerimi şarj ettim.
geç de olsa yaza girdim.

değmediğini bile bile ağladığım insanları
tek başıma yaşadığımı bildiğim o iki kişilik anları
defterimdeki ona ait sayfaları
üzüntümden dışarı çıkamadığım akşamları...
hepsini kazıdım beynime.
silmedim, hiç unutmayayım diye.

yeniden doğdum.
bütün acılarım yanımda
ama hiçbiri içimde değil.
onlara üzülüyorum ama seviyorum da.
bana öğrettikleri bildiğiniz gibi değil.