27 Aralık 2010 Pazartesi

Seni üstüme alınmalı mıyım? Bilemedim...

23 Aralık 2010 Perşembe

Hayat ne güzel olurdu

Mutsuzluğun sebebini sorguladığım kadar, mutluluğumunkini sorgulasaydım...
Boş muhabbet ortamından sıkıldığım an kaçıp kendimi sokaklara vurabilseydim...
Aitlik hissimin peşinden gitseydim...
Ters giden şeyler için üzüleceğime vites değiştirseydim...
Kafamda yarattığım karakterlere inanmamayı öğrenebilseydim...

bazen bir cümledir hayat

"My inbox is full but my life is empty."

21 Aralık 2010 Salı

Sonradan Görme, Önceden Bil

Sonradan görmelik; zamanında parasız olduğu için aşağılanmış veya öyle olmasa bile kendini aşağıda hissetmiş kişilerin hayallerindeki paraya ulaştıklarındaki halleridir bence.
Sonradan görme insanları bazen gösterişli kıyafetlerinden, bazen abartı hareketlerinden tanırsınız. Para onlar için çok önemlidir. Zaten o kadar öndemli olduğu için, yemeyip içmeyip çalışıp çabalayıp vurmuşlardır paranın dibine. 

Ben biraz fazlaca karşılaştım sanırım kendileriyle. Bana göre birkaç özelliklerini yazacam ki gördüğünüz an arkanıza bakmadan kaçın diye. 

Efenim sonradan görme insanlar:

Kotunun cebinde 10 Lira bulunca önce sevinçten gözleri parlar, sonra hemen toparlanır.

Yere düşürdüğü 50 Kuruş'a göz ucuyla bakar ama eğilip almaz.

Restoranda doymasa bile, mutlaka tabağında yemek bırakır.

Garsonları satın almış gibi davranır.

Çok yüksek sesle kahkaha atar.

Herkesten saygı bekler. Saygı göstermeyene şaşar kalır.

Her konuda haklıdır. Ondan daha az parası olan biri nasıl haklı olabilir ki zaten?

Yurt dışından aldığı şeyleri, nerden aldığını sorduğunuzda çok mutlu olur.

Her daim pohpohlanmak ister.

Aslında bu tip insanlar olmasa hayat çekilmez olurdu. Düşündüm de ben onları seviyorum. Onları izlemeyi, konuşmayı, anlamaya çalışmayı. Bence siz de sevin; vazgeçtim kaçmayın.


19 Aralık 2010 Pazar

İki gün, bazen "iki gün"

14 Aralık 2010 Salı

Beynimdeki senaryo yazarları

Uğruna aylarca ağladığım çocuğun twitter sayfasını buldum. okudum. çok sığ biri olduğunu anladım. daha çok ağladım. 

Gözümde büyütmeyi çok sevdiğimi söylemiş miydim? Hayalimdeki insanı bulamayacağımı bildiğimden belki, kafamda yaratırım ben karakterleri. Rolü de en uygun olduğunu düşündüğüm insana veririm.

Her şey içimde yaşanır, karşımdakinin haberi olmadan. Eğer rolün sahibi kafamın içine girebilse, o bile aşık olur zaten kendine. "Bu ben miyim?" diye...

Hani bazen yolda yürürken çok sevdiğin bir oyuncu görürsün. salak bir gülümsemeyle izlersin elinde olmadan. ama oyuncu hiç filmlerdeki gibi değildir. hayal kırıklığına uğratır seni. neye kırıldığını da bilmezsin ya salak gibi.
işte öyle bir hayal kırıklığıydı benimki. eskilerin erol taş'ı yolda dövmeleri gibi. ben de zamanında fazla kaptırmışım filme kendimi.

12 Aralık 2010 Pazar

Bazen kendime inancım sıfırlanıyor. Öyle zamanlarda Tanrı bile olsam, en büyük ateist ben olurum.

hayatım bir film şeridi gibi geçiyor, bense figüranım...

güzel mi kötü mü anlayamadığım bir sürü zaman geçti. saatler, cuma geceleri, pazar sabahları, çarşamba öğleleri, gece yarıları, sabahın erken saatleri, gün batımları...

ben yokken neler olmuştur kim bilir. uzun hafta sonu kahvaltıları, şarap eşliğinde kız muhabbetleri, "bu filmi izleyelim" savaşları, (önce) fal baktırma yarışları... hepsi yaşanmıştır ve ben yokumdur çünkü çalışıyorumdur.


aşık olunca sevdiğin her şeyden, hatta bazen arkadaşlarından bile vazgeçersin ya hani... ama mutlusundur (ya da öyle olduğunu sanırsın.) sonra malum sona ulaşınca yani aşk bitince anlarsın nelerden vazgeçtiğini. işte o zaman iki olasılık vardır "iyi ki"ya da "keşke" demek (can dündar:)

iyi ki veya keşke demek için çok erken biliyorum. aslında çok fazla da düşünmemeye çalışıyorum. mutlu muyum diye düşünmeye bile vaktim yok zaten.

"keşke" yolun sonunda "iyi ki" desem...



8 Ekim 2010 Cuma

Hayatımın labirent parkesi


ağlamak için sebep aramak güzel bir şey galiba. ağlayacak bir durum yok o zaman. veya "hangi birine ağlayayım?" durumu da olabilir tabi. bilmiyorum.

zamanında çok güzel günler yaşadığım için şanslıyım. veya biraz şansızım. o günleri yaşamasaydım eğer bugünlerde biraz daha mutlu olabilirdim çünkü. bilmiyorum.

yalnızlık güzel şey. kendimi dinleyebilmek... ama dinlerken, düşünmek bile istemediğim şeyleri duymak kötü belki. bilmiyorum.

kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek güzel. aileme yük olmamak. ama o ayaklarla istediğim zaman onlara gidememek kötü...

kafamın karışıması iyi bir şey. sorgulaya sorgulaya öğrenmem bazı şeyleri... veya çok karışmam çözülememem... bilmiyorum.

hayatım bir labirent adeta. bir girişi olan ve bir de çıkışı. hatta belki iki girişi veya iki çıkışı... bilmiyorum


hayatımın bu bölümünün adı "az laf çok iş"



28 Eylül 2010 Salı

ben anne olurum da çocuğa kim bakacak?




bugün istanbul'daki ilk çiçeğim, junior'ım beni terk etti.

hava alsın diye koyduğum camın önünden atlamış. yedi kat düşmüş ve belki de börtü böceğe yem olmuş...
o düşünce çocuğum düşmüş kadar üzüldüm. tek sorumlu olduğum canlıya sahip çıkamadım.

bir de benden evlenmemi anne olmamı falan bekliyorlar... peh!

huzur içinde yat junior...

15 Eylül 2010 Çarşamba

İşkolik oldum işte.

biri beni durdurmazsa işkolik olacam. 

hiç arkadaşım kalmaycak. işten başka konuşacak konum da...

ofisteki ya da evdeki sandelyemin şeklini alacam. hatta bir gün klavyeye dönüşecem hiçbiriniz anlamayacaksınız. üstüme basıp geçeceksiniz.

çünkü şu aralar "şimdi çalışmicam da ne zaman çalışacam?"la "şimdi gezmicem de ne zaman gezecem?" arasında gidip geliyorum. yok oraya bile gidemiyorum aslında. bir tek evle iş arasında gidip geliyorum.

bakın mutsuz değilim.her gün yeni bir şey öğrendiğim için garip bir mutluluk var içimde. ama beni huzursuz eden bu mutluluk zaten. insan hem her gece, her hafta sonu çalışıp hem mutlu olabilir mi? manyak mı? ya da ben manyadım mı?

hadi şu romantik american filmlerinde kariyerini tercih eden ama aşkı, arkadaşlarını, hayatı kaçıran mutsuz tiplerden olursam... hadi olursam!?

ya "daha yaşım genç nasılsa ne öğrensem kardır" diyip hiçbir zaman öğrenemezsem... hayatı hep sandalyemden izlemek zorunda kalırsam..?

çok korkuyorum! ama yarınki işten daha çok korkuyorum. o yüzden ben biraz daha çalışayım müsadenizle.

14 Eylül 2010 Salı

Superman olmak yetmez, Barney Stinson olmak lazım bazen

9 Eylül 2010 Perşembe

ben gurbette değilim, gurbet benim evimde

hani önem vermediğin, saçma bulduğun, gitmesek diye can attığın bayram ziyaretleri var ya... ne anlamsız değil mi? ne gerek var ki?

madem öyle düşünüyordun o zaman yalnız geçirdiğin bir bayram neden sana koyuyor ki? tek başına olmak istediğin saate kadar uyumak, anne babanın bayram kavgalarını dinlememek en büyük hayalin değil miydi?

kapı çalmıyor işte, gelen giden yok. ses yok, gürültü yok "bayram bayram bu saate kadar yatılır mı?" yok. evin içinde kıyafetle oturmak yok. zorla babaanneye gitmek yok..."elini mi öpmeliyim, elini mi sıkmalıyım?" yok. "ilk günü dışarı çıkmiyim bizimkiler üzülmesin. sonra çıkar eğlenirim." yok. "ne iş yapıyorsun şimdi sen? beni de oynatsana reklamlarda?" yok. "aa dayıcım valla almam o çok, bak kocaman oldum." yok. "hadi ablacım bana bayram ojesi sür, saçlarımızı yap." yok. "anneeea alperen suratıma vudu!" "yavrum kaç yaşına geldiniz hala mı?" yok. "teyze hadi bize gelin, sen bizim teyzemizsin, onlarda çok oturmayın." yok

rahat ol hiçbiri yok, bayram şekeri de yok... bol bol şarap var. bir de azıcık hüzünlü şarkılar...

6 Eylül 2010 Pazartesi

yoksa siz hala?

iphone myphone, prada mrada, harley marley...
of bi gidin yaa!

her reklamcı kendi kazdığı kuyuya düşmüş. ne güzel. ne iyi. olrayt. hell yeah!

3 Eylül 2010 Cuma

olmak ya da ol(a)mamak

mesela özdemir asaf... sen de insansın ben de. aynı ülkede doğduk, aynı dili konuşuyoruz. ikimiz de belki ilk "anne" dedik. muhtemelen ikimiz de aynı yaşlarda öğrendik okumayı. 

sen de okudun benim gibi cin ali'yi. sen de aşık oldun ve benle aynı gökyüzüne bakıp ağladın. annen sana da taze fasulye yedirdi di mi? yanında pilavla. 

peki nasıl? sana ne yaptılar da böyle oldun? nasıl o kelimeleri seçip, yanyana koyabildin?

ben burda iki kelime yazmayı öğrenmek için gecelere kadar çalışırken sen hiç uğraştın mı o şiirleri döktürürken. yoksa sadece içinden mi geldi? nolur içimden geldi deme. benim içim içimi yer o zaman.

24 Ağustos 2010 Salı

böyleyken öyle; öyleyken böyle.

işler yolunda gitmiyorken hiçbir şeyin düzelmeyeceğinden; 
işler yolundayken her şeyin bozulacağından korkarım.

param azken halime, param çokken açların haline üzülürüm.

bir işe yeterince çalışmamışsam ortaya çıkmasından;
çok çalışmışsam boşa gitmesinden  korkarım.

sevdiğim beni sevmezse neden sevmediğini;
çok severse neyimi sevdiğini takarım.

yalnızken çiftlere; 
sevgilim varken kabuğuma çekilmeye özenirim.

çok işim varsa çalışmaktan,
hiç işim yoksa boş durmaktan yakınırım.

bir şeyleri kafaya çok taktığımda kendime,
hiç takmadığımda yine kendime kızarım.

ben böyleyim. garip bir insanım. ya da belki sadece insanım...






15 Ağustos 2010 Pazar

çalışmak sevmekten daha zor geliyor.

Bir pazar gecesi sınamasını daha başarıyla geçtim.

Yine işi eve attım. Bakalım daha kaç hafta sonunu kafamda sloganlar, isimler, saçma sapan kelimeler, "acaba yetişecek mi?"lerle geçireceğim.

Keşke aklım fikrim işte olsa da, hafta sonları yanıma almasam.

Her şey olacağına varır.

peki ben kime varacam?

12 Ağustos 2010 Perşembe

başlık attım tuttu.

sıkıntıdan öldüm. ölümden döndüm. döndüğümde seni gördüm. gördüğüme sevindim. sevincim kursağımda kaldı. kalsaydın dedim. derken sıkıldım. sıkıntıdan öldüm...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Beni ben yapan sadece ben mi?

Çok param olsa da aynı insan olur muydum acaba?

Ya da kimsenin beni tanımadığı bir şehre yerleşsem tek başıma... Yine aynı şeyleri mi yapardım?

Mesela bu blogu kimse bilmese, aynı cümleleri mi yazardım?

Başka  bir ülkede doğsam hangi dine inanırdım? İnanır mıydım ya da?

Annem bir dilenci olsa bu kadar iyimser bakabilir miydim hayata?

Ben tekim, siz hepinizsiniz.

Çiftlerle takılmak zorunda olan yalnızın dramı.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Güzellik Kullanma Kılavuzu



Güzelliğini kullanarak bir erkeği tavlamak şike yapmak gibi değil mi? 

Bir erkeği kendine aşık etmenin en ucuz yolu dişiliğini kullanmaktır. Öte yandan en etkilisidir de. Çünkü erkekler de ucuzdur. Basittir. Senin stratejilerine, tekniklerine değmeyecek kadar hem de...

Aslında bazen düşünüyorum da, insan en güzel çağındayken güzelliğini kullanmalı. Çünkü sanırım zekayı kullanma yaşı, güzelliği kaybettikten sonra başlıyor.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Herkesin bir fobisi vardır.


Benimkiler biraz fazla...

* Beni kesen deli teyzeler.

*  Hamam böcekleri

* Ağustos ayında Adana'ya gelmek.

* Köşede beni bekleyen köpek çetesi

* Yan masada çıkan kavgada bardağın fırlayıp kafama gelmesi

* Kafama zıplayacakmış gibi bakan kedi.

* Sürekli beni öven insan

* "Sendeki güzellik bende olsa..." diye cümleye başlayan kız

* Sürekli çocuklarının başarısından bahseden anne

* Tükürerek bana doğru gelen erkek çocuğu

* Siyah camlı Şahin

* Önünden geçmek zorunda olduğun bakkalın önünde oturan esmer delikanlılar

25 Temmuz 2010 Pazar

-Pardon kime gelmiştiniz? -Kendime.

Hazır çorbayı karıştırırken kaynamaya başladığını fark ettiğim andaki gibi mutlu geçti bu hafta sonu.

Birinci yılımı çifte bayramla kutladık.

Güzel şeyler oluyor. olacak da biliyorum.
Son 4-5 ayda yazdıklarım hiç bana benzemiyordu ama ben yine de melankolik yanımla tanıştığıma memnun oldum. Sürekli mutlu olmaktan kıllanıp mutluluğa kısa bir reklam arası vermiştim. Şimdiyse yine reklamlarla özüme döndüm.

So tell the boys that I am back in town!

22 Temmuz 2010 Perşembe

Seni yenmeye gelmiştim tam 1 yıl önce

mezun olur olmaz tabakhaneye yetişircesine bavulumu alıp geleli tam bir yıl olmuş. topu topu bir yılda İstanbul'un bana öğrettiği çok şey oldu:

taksiciyle muhabbet edebilme

para harcarken durup düşünme yetisi

laf atanları duymama

omuz atanları hissetmeme

karşı masada seni süzeni görmezlikten gelme.

yürüyen merdivende solda dikilenleri "cık cık" lama

dilencilere üzülmekten vazgeçme

"akbili tekrar dokundur"ma

para bozma makinesine para kaptırma

seyrantepe metrosunun açılmamasına hayıflanma

İstiklal'de yürüyebilme (sanatı)

ünlü gördüğünde dönüp bakmama

para harcayacak alternatif öneriler: sokak müzisyenleri

unicef, greenpeace, bedava kahve falı, engellilere yardım dergisi... gibi kelime gruplarına alerji olma.

vapura, otobüse yetişebilmek için depar atma

yeni kelime alternatifleri: revizyon, looku çok iyi, güzel sound ediyor, footage...

falanlar filanlar...

tam bir yıl olmuş öğrenci manyaklıklarımla dolu eskişehir'i bırakalı. ajansa gelip üç katım büyüklüğündeki kapıyı çalalı.

çok şey öğrensem de şimdilik 1-0 maç senin İstanbul. ama sen duuur...

18 Temmuz 2010 Pazar

Yurttan kızlar korosu


Bir odada 6 kızdık. karşıdaki erkek yurdundan bazen lazer tutarlardı. biz karşılık verirsek çakmakla telefon numaraları bile yazarlardı havaya.

merve vardı. çok düzenliydi. neyini nereye koyduğunu bilirdi.kıyafetlerini dolaba yerleştirirken milimetrik hesaplar yapardı. bazen o yatağında uzanırken dolabını açar sorular sorardım. "evet söyle bakalım, mavi bluz nerde?" "ikinci rafta sağdan üçüncü." "peki törpün nerde?" "kangurunun soldaki yeşil gözünde makyaj çantasının yanında" "allah belanı versin pis düzenli!"

ebru'nun çok güzel nevresimleri vardı. mordu. üstünde karikatürden kocaman bir kız vardı "I love being me." yazıyordu. ebru hep oje sürerdi. sabahları erken kalkardı. ve bizi güzel (gibi) sesiyle kendi bestelediği şarkıyı söyleyerek uyandırırdı: "saaabaaaah oldu, uyan artııık, kalk kalk kalk!" şimdi böyle yazınca bestesi anlaşılmıyor ama dünyanın en kötü şarkısıydı ve ebru'nun güzel (çizgi film) sesiyle birleşince mecburen uyanmak zorunda kalırdık.

gülçin vardı. düşünceliydi. sabahları kalkar tuvalete gider sonra yatağında düşünürdü. bunun yüzünden derse geç kalırdı. bazen pantolonun bir bacağını giymiş şekilde düşünürken yakalardım onu. ne düşündüğünü o dahil kimse bilmezdi. bir de bazen korkunç hikayeler anlatırdı bize ışığı kapatıp.

tuba vardı. batıl inançların insanıydı. her duyduğuna inanır ve bizi de inandırmaya çalışırdı. en son ikiz çocuğun kıyamet alameti olduğuna herkesi ikna etmeye çalışmıştı. en çalışkanımız oydu. bu yüzden kahvesini sütsüz içerdi. bizim gibi iletişim okumadığından sınav zamanları gözden kaybolurdu. ÇS kısaltmasının Çalışma Salonu'na ait olduğunu ondan öğrenmiştik. pek görmüşlüğümüz de yoktur...

seda vardı. sevgilisine hediyeler aldırırdı. evet zorla aldırırdı. ha bir de palyaçolardan çok korkardı. gerçekten. adını bile duysa yorganın altına girer kulağını kapardı.

ben vardım. 6 kişilik dağıtırdım odayı. yatağımdan portakal, ayran kutusu ve atkı örmek için aldığım şiş çıkmıştı  bi keresinde. üst ranzadan aşağı inmesini beceremez hep çivileme atlardım. geceleri herkesten geç yattığımdan koridorda çok arkadaşım vardı. bir de sesten rahatsız olmadığım için bir tek benim uyumam kaale alınmazdı. bağıra bağıra konuşur gülüşürlerdi. sabahları kalkma problemim olduğunu bildikleri için beni uyandırmaktan vazgeçmişlerdi. "biz derse gidiyoruz kalk da ikinci derse yetiş bari." derlerdi en fazla. "ıhhgmmm." diyebilirdim. ben uyurken konuşamam da... ağlarken de öyle.


gece yurda geç kalmak yasaktı  ama koşa koşa gitsek de hep geç kalırdık. gülçin'le ben hep koşardık zaten. her yere yarışarak giderdik. biri "hadi!" dedi mi başlardık yurt kapısına kadar. bi kere bile beni yenememişti ama hep umutluydu.

bazen bütün kızlar gizlice içki sokardık yurda. mum ışığında birbirimize aşklarımızı anlatır sonra her şeyi geyiğe bağlardık. biz gülmeden duramazdık. yan odadan şikayet gelirdi hep. kıskançlık bence.

yurt müdüreleri gezerdi bazı sabahlar. gizlice soktuğumuz kahve yapma makinelerimizi kaptırırdık hep. yatağın neden dağınık diye sorarlardı bana "nerem doğru ki?" diyesim gelirdi. ama demezdim.

kızlar evlerini özlediklerinde ben onları avuturdum ve neden evimi özlemezdim hala bilmiyorum.

çok eğlenirdik. hem de çok! bu yüzden misafirlerimiz hiç eksik olmazdı. diğer odadakiler akın akın gelirdi odamıza.

6 kızın kaldığı bir yurt odasıydı işte. ve eminim dolapların içinde hepimizin en güzel anıları hala duruyordur. şimdi kim kullanıyor onları kim bilir...


NOT: hepinizi öyle özlüyorum ki...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

a-sosyalim b-değilim

ben eskiden çok sıcakkanlı bir insandım. bir ortama girdiğimde anında kaynaşırdım herkesle. hiçbirinin kaçarı yoktu. onları tanımak dünyalarını keşfetmek hem çok kolay, hem çok zevkliydi benim için.

o kadar çok arkadaşım vardı ki... yolda rahat yürüyemezdim her iki adımda bir biri durdururdu, laflardık. birinin hoşlandığı mutlaka bir arkadaşımın arkadaşı, öbürünün eski sevgilisi benim eski komşum falandı.

sonra istanbul'a geldim. olaylar biraz değişti. ben değiştim sanırım. o kadar çok insan vardı ki hepsiyle tanışmama imkan yoktu. ben de insanların hayatlarını merak etmemeye başladım. şu kızla her gün karşılaşıyordum ama selam vermesem de olurdu. şu çocukla aynı ajanstaydık ama adı neydi ki? amaan boşver... aa yeni bir ortam! of ne çok konuşuyorlar! şu çocuk da amma soru sordu ha...

derken derken bir baktım ki insanlara tahammülüm azalmış. az konuşur, çok gözler olmuşum. yeni insanları hayatıma sokmayı bırak fazlalıklardan kurtulmaya başlamışım. üstelik hiç farketmeden yapmışım bunu.

Bundan böyle kendime sosyalim. bu çok daha iyimiş geç keşfetmişim.

11 Temmuz 2010 Pazar

yaz gelmek istemedi bu sene

yaz gelmedi bu sene. ya da gelmek istemedi kim bilir... hepimiz garipsedik bu durumu tabi. nasıl gelmez ya? nasıl!

tıpkı bizi koşulsuz sevmesine alıştığımız biri gibi. gel dememize gerek bırkmadan hep yanımızda olan... temel görevi gelmek, sevmek olan...

o kadar alıştırmıştır ki bizi, bir gün gelmeyince kızarız, sevmeyince şaşarız. kabullenmek istemeyiz. "nasıl sevmez lan beni?" eninde sonunda geri döner diye bekleriz ama dönmez işte. gelmek istemez. ve biz kaybettiğinde kıymetini anladığımız her şey gibi üzülürüz.

bu sene yaz gelmedi. belki de bir daha hiç gelmez.

8 Temmuz 2010 Perşembe

o uzaklara dalardı ben ona

yaşamaktan nefret eden hayat dolu bir kadındı.

gülerken birden gözleri dalardı boşluğa. ne düşündüğünü kimse bilmezdi ama ne kadar acı çektiğini az çok tahmin edebilirdi. hoş hiçbir acısını anlatmamıştı şimdiye kadar ama anlatabilseydi zaten öyle bakamazdı.

bense uzaklara daldığında onu izler, gücüne hayran olurdum. "olmak istediğim ve olmak istemediğim kişi bu işte." diye düşünürdüm. güçlü olmak güzel, güçlü olmak kötü...

keşke çok acı çektiğim zamanlar pat diye bayılsam ya da bağıra bağıra ağlayıp eşyaları kırabilsem. mesela bir bardağı duvara fırlatsam içindeki kahve tavana sıçrasa. ya da evde "yeteeeeer!" diye bağıran komşu gibi olsam.

bence güçlü olmak, acı eşiğin yüksek olduğu için daha fazla acıyı göğüslemek demek.

çok güçlü bir kadındı ve bu yüzden hayattan zevk alamıyordu. bense onu izleyip o kadar güçlü olmayacağıma dair kendime söz veriyordum her defasında.

4 Temmuz 2010 Pazar

ruhuma yaz geldi



ben geldim!
yeniden doğdum.
eski acıları yeni heyecanlarla değiştirdim.
baktım ki dibe vurdum
yukarı çıkayım dedim.

ağladığım onca gecenin inadına dans ettim.
düşündüğümden yaşayamadığım anları tekrar ettim
kaldırımda oturup gecenin bir yarısı şarkı söyledim
pillerimi şarj ettim.
geç de olsa yaza girdim.

değmediğini bile bile ağladığım insanları
tek başıma yaşadığımı bildiğim o iki kişilik anları
defterimdeki ona ait sayfaları
üzüntümden dışarı çıkamadığım akşamları...
hepsini kazıdım beynime.
silmedim, hiç unutmayayım diye.

yeniden doğdum.
bütün acılarım yanımda
ama hiçbiri içimde değil.
onlara üzülüyorum ama seviyorum da.
bana öğrettikleri bildiğiniz gibi değil.

24 Haziran 2010 Perşembe

kıymetimi bilemedim, söz vermiştim oysa ki...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Acı var Rocky!


insan acı çekmek isterse çeker.

her şey yolundayken bile. hayalini kurduğun şeylere teker teker sahip olurken hatta. en sevdiğin arkadaşların yanındayken, ailenden kimseyi henüz kaybetmemişken, sağlıklıyken, gençken, mükemmel bir şehirde yaşarken, çevrendekiler neden mutsuz olduğunu sorduğunda verecek bir cevap bulamazken...

yeter ki iste. acı sana göz kapayıncaya kadar gelir. evet, gözünü kapatırsın ve düşünürsün. sonra kalbinde bir acı hissedersin. ardından midene bir şeyler olur ama tarif edemezsin. sanki ütüyü fişte unutmuşsun gibi bir huzursuzluk kaplar içini. en sevdiğin şeyleri bile sana zehir edebilecek bir huzursuzluk...

kendi içine kapanırsın ama ağlamazsın. çünkü ağlarsan acın hafifler; acın hafiflerse yeterince büyüyemezsin; yeterince büyüyemezsen de her defasında daha çok acı çekersin.

hem ne demişler: "derler ki bir yerden sonra, acımaz daha fazla."

Devam et Rocky, acı çok! şimdilik...


17 Haziran 2010 Perşembe

aradığım mutluluk bu paragraftaymış meğer

"dert edinmenin sırrı, mutlu olup olmadığını düşünmeye vakit ayırabilmektir. dertten kurtulmanın yoluysa bir işle uğraşmaktır, çünkü, işiyle uğraşan işini düşünür. işini düşünen kişi de ne mutludur ne de mutsuz; her mutluluktan daha iyi olan eylem ve canlılık içindedir yorulana dek... bu nedenle de mutlu olabilmek için yorulmak gerekir."

                                                                                                                                                                 (Bernard Shaw Kırgınlar Evi)

16 Haziran 2010 Çarşamba

başıma gölge geçti

aşık olduğum kitabı okurken birden durdum. etrafıma baktım. oturduğum masaya düşen gölge Galata Kulesi'nindi. arkamdaki ağaç kütüğünü yapay minik bir şelaleye çevirmişlerdi. su sesleri ordan geliyormuş demek. 

mükemmel bir çay bahçesindeydim ve tek başıma türk kahvesi içiyordum. birazdan öğrenciyken hep hayalini kurduğum ajansa gidecek ve masama oturacaktım. 

sıcaktı ama Galata'nın gölgesi serinletiyordu içimi. bu şartlar altında aşık olduğum kitaba bir kere daha aşık oldum, ve yalnızlığa, ve hayatıma...

bir gün gelecek

senin için kurduğum cümlelerin yüklemine acıyıp, öznesine tüküreceğim.

14 Haziran 2010 Pazartesi

göster ama elde etme

9 Haziran 2010 Çarşamba

dışarda hayat var

pencereden aşağıdaki park görünüyor. bir çocuk babasını kovalıyor. diğer tarafta bir kadın bankta oturmuş arkadaşıyla sohbet ediyor ama gözü kumda oynayan bebeğinde. bebek karşısındaki köpeğin kuyruğunu çekiyor, kadın tedirgin oluyor ama köpek bir şey yapmıyor. bir çocuk annesini öpüp koşmaya başlıyor...

bense perdeyi bile açmaya üşendiğim karanlık evde tüm gün uyuklamışken, birden duruyorum. "hayat güzel be" diyorum. "daha yaşanacak çok güzel duygular var hiç bilmediğim." oda mı aydınlanıyor, içim mi tam kestiremiyorum.

8 Haziran 2010 Salı

ben uyusam sen izlesen


şu anda o kadar yanında olmak istiyorum ki. üzerine uzanmak. seninle ısınmak.

geçirdiğimiz hiçbir geceyi unutmadım. senden ayrı uyuduğum günlerde bile senin sıcaklığını aradım her yerde.

aklımdan çıkmıyorsun bugün. sabah acelem vardı ansızın terkettim seni kusuruma bakma. oysa ki bu karanlık, yağmurlu havada ne güzel vakit geçirirdik birlikte. film izlerdik. ben uyurdum sen de beni izlerdin.

evet sevgili yatağım sana o kadar ihtiyacım var ki! hele ki bugün. ben böyle hasta uykusuzken, hava hepimize bozuk atarken. yanında olsam keşke.

6 Haziran 2010 Pazar

Sevgili Adsız



hani bana bir zamanlar yorumlar yazardın. beni tanırdın ama ben seni tanımazdım.

geçmiş yazılarımı okuyup aklında tutardın, göndermeli yorumlar yapardın. zekiydin ve imla kurallarını çok iyi bilirdin. kısacası hayalimdeki erkektin (inşallah erkektin) ve ben senle evlencektim.

şimdilerde yoksun. ansızın terk eyledin blogu. kimbilir kimlere yorum yazıyorsundur? çok popüler bloggerlar var, kitapları falan çıkıyor, oralardasın di mi? onlar daha eğlenceli bense son zamanlarda çok depresifim di mi?

bak geçici bir dönemdi ve geçti gitti. şimdi yine mutluyum, neşe dolu umutluyum. sen de gel, dön artık blogumuza. o blogger kızlar seni üzer.

hadi beyaz adsız prens. adına bin gel.


(beyaz adsız prens gülçin'in espirisidir ve bence çok komiktir)

3 Haziran 2010 Perşembe

egolarım kamaşıyor gözlüğümü getir


Güneş gözlüğü takmakla, insan götünün kalkması arasındaki doğru orantıyı bana hangi ünlü psikolg açıklayabilir?

yani yüzümüz öyle kötü ki ne kadar az görünürse o kadar havalı oluyoruz. öyle mi?

1 Haziran 2010 Salı

Tek hayalim, bir çizgi filmde rol almak

27 Mayıs 2010 Perşembe

dansa davet

garip bir şekilde şu şarkıyı çook çok sevdim. içimden dans ediyorum. sen de gelsene bak pist bomboşş.

bi de ne dicem, mesela bir mekana gidersin ilk yarım saat bir saat kimse oynamaz ya... işte ben o geçen zamana çok acırım. o yüzden ilk ben oynarım.


26 Mayıs 2010 Çarşamba

ben nasıl büyük yazar olacam?

Eğer doğru yazarları okuyup, doğru filmler seyrederesen; doğru insanlarla arkadaş olup yanlış adama aşık olursan bence iyi bir yazar olabilirsin.

tüm malzemeler hazır. başlayalım o zaman.

Atilla İlhan geçse karşıma

sana ne yaptılar? diye sorsa...
"gözüme bişey kaçtı" der kaçarım.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İntikam zeytinyağlıdır

Ben zeytinyağlıları bile sıcak severim ama. soğuyunca bir anlamı olmuyor. o nasıl olcak?

23 Mayıs 2010 Pazar

ruhun -den hali

hani telefonunu evde unutmuşsundur da bütün gün aklın ondandır. akşam eve geldiğinde 3bin mesaj 800 tane arama görme umuduyla koşarsın da ekranda yazan tek şey saattir ya...
çok kızarsın ama kime olduğunu bilmezsin, telefon suçluymuş gibi ondan tiksinirsin, sonra birkaç saniyeliğine kendinden tiksinirsin. ama sonra hemen geçer ya...
işte öyle bişey benimkisi. yavaş geçeninden ama.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

televizyon beni izlerken


saatlerdir televizyon beni izliyor, ben bilgisayarı. öylece geziniyorum internette aklım nerde kim bilir...
aklımı bir şeye veresim de yok aslında. en azından hafta sonu düşünmesem ne güzel olur.

30lu yaşlardaki halim 24 yaşımda bir cumartesi gününü bilgisayar başında geçirdiğimi görse eminim zorla kapı dışarı eder beni. "koş" der, "salak mısın? koş, git, gez, dolaş, keşfet, dans et..." ona nasıl bir bahane gösteririm bilmiyorum.

ama şunu da biliyorum; bugünkü halim de çıkıp, gezip tozup, dans edip delirince kızıyor bana içten içe. her gün aynı muhabbetler, aynı şarkılar, aynı duygular... "otur" diyor. "salak mısın? oku, izle, keşfet, öğren..."


şöyle güzel bir resim çizsem bugünün anısına mesela. ya da mutfağa gidip daha önce hiç yapmadığım bir tarifi denesem. televizyonu kapatsam, bilgisayarı kırsam, vapura atlasam, karşıya geçsem geri gelsem, bir yazarın zilini çalsam, onla çay içsem, küfür içerikli mesajlar yollasam hakedene, istiklal'de  bir kaldırımda isteyene şiir yazıp para kazansam, o parayı delilere versem, bir televizyon kanalını bassam, ana haber bülteninde stüdyoya girip dans etsem, bir konsere gitsem bateristi itsem ben otursam, bagetlerle kafama vursam...

yok yok, daha var delirmeme şimdi değil...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Kaçan vs Kovalayan

kaçan ya da kovalayan olmak, işte bütün mesele bu...

kaçan havalıdır ama asıl eğlenen kovalayandır. kovalayan bizdendir çünkü hissettiğini yaşar.
birinden kaçarsan sınırların vardır aşmaman gereken, oysa kovalayan sınır tanımaz hatta asıl amacı sınırları aşıp kaleyi fethetmektir.

kaçan olursan çok şey kaçırırsın şu hayatta. bence en iyisi hepimiz kovalayacak birini bulup peşine düşelim. eşekler bizi kovalamadan biz birini kovalayalım.

18 Mayıs 2010 Salı

İstanbul Kuşatması

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Sorun sende değil (e)bende.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

anneme reklamcı olduğumu söyledim.

"üzülme seneye tekrar girersin" dedi

12 Mayıs 2010 Çarşamba

iştahım karardı

Merhaba içimdeki isteksizlik!
Hayattan soğuttun beni. bu güzel bahar ayında koşup eğlenmek aşık olmak coşmak varken...
seni de istemiyorum hadi git! leave me alone.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

are you reklamcı?

Konuşurken kullandığı İngilizce kelimeleri hesapladım. Hesaplarıma göre tahminimin sekmesine imkan yoktu. hemen sordum:

"Reklamcı mısın?"

aniden kafasını kaldırdı. şaşırarak sordu:

"nerden bildin?"

"hiiç" dedim. "tahmin sadece"

içim geçmiş yakalayamamışım

Yolda gördüğüm çiftlere uyuz olmayı bırakıp, "ahh canlarım benim! ne de güzel yakışmışlar" dediğim anda anladım babaanne moduna girdiğimi.

bu saatten sonra benden bir cacık olmaz.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

önce emekli olup sonra çalışalım

en mantıklısı bu değil mi? ben neyleyim 50sinden sonra dünya turunu. dünyayı gezecem diye bir ay bacak ağrısı çekecem. hem ne demişler, "yakışırken giymeli dişin varken yemeli."

işte bu yüzden mezun olan herkes önce emekli olsun. ikramiyesini alsın. sonra çalışsın. ister o parayla iş kursun, ister dünyayı gezsin sonra memur olsun.
hem ne için çalıştığımızı bilelim di mi ya?

özel not: annecim senin ruhun genç biz gezeriz dünyayı seninle.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

içimdeki yaş problemi


eskiden depresyon bana yakışmazdı. bir numara falan büyük dururdu.
şimdi büyüdüm sanırım. tam oturdu üzerime.

insan dediğin buzdağı gibi olmalı. iç dünyası, dışa yansıttığının iki katı olmalı.
ama bazen iç dünyandan taşıyorsun ya, anlatıyorsun, yazıyorsun, çiziyorsun...

buraya yazamadığım çok şey var. defterlere yazıyorum. ama defterlere yazamadıklarım nolcak onu hiç bilmiyorum. günün birinde bana yol, su, elektrik olarak geri dönecek sanırım.

durduk yere mutsuz olmakla, her şeyden mutlu olmak arasında gidip geliyorum. çok mutluyum, çok mutsuzum. eskiden bunları hiç sorgulamazdım. mutlu olduğum günleri şanslı günlerimden saymazdım. doğal bir şeydi çünkü...

hala içimde, beklediğim otobüs erken geldiğinde "yihuuuu!" diye bağıran bir çocuk var. iki küçük çocuğun saçma diyoloğunu duyduğunda gülmekten ölen. herhangi biriyle göz göze geldiğinde gülümseyen...

diğer yandan bir şarkıda, anısını bıraktığı mekanın önünden geçtiğinde, bir parfüm kokusunda, mutsuz bir aile tablosunda, bir anda hüzünlenen biri var. ismini bilmediğim. kaç yaşında kim bilir? ama öyle büyük ki bazen ondan korkuyorum.

biraz düşününce tüm bunları yazmak çok saçma. buzdağımın görünmeyen kısmını yani. kime ne ki bunlardan? ben bile kaçarken kendimle hesaplaşmaktan insanlar neden igilensin?

yazmak saçma evet. bir kitabın içindekiler değil ki bu. benim içimdekiler. saçmalıyorum. yalnız bir cumartesi akşamından çok şey beklememek gerekir sanırım.

30 Nisan 2010 Cuma

big babol gibisin.



önceleri çok tatlı, biraz zaman geçince hiç bir b.ka benzemeyen.

evet evet aynen öylesin.
ama kahretsin ki başlangıcın öyle güzel ki sonunu bile bile aldanıyorum.

28 Nisan 2010 Çarşamba

akrostişşşş

sabah aynı akşam aynı
ılımlı olayım diyorum ama
kafamı kaldırsam herkes aynı.
ışık açsam yazık
camı açsam soğuk
ısınamadım bi türlü, buralar pek boğuk

24 Nisan 2010 Cumartesi

içimdeki çocuk dayağı haketti


23 nisan'da büyüdüm.

içimdeki çocuk pek bir saf. aramız bozuk bugünlerde. ona bir ceza verecem. görsün dünya kaç bucak. öyle onun sandığı gibi toz pembe mi? beni deli ediyor saftirik.

22 Nisan 2010 Perşembe

hiç tanımadığım bir erkeğe

önünde durdum. bir an afalladı yolunu değiştirmeye çalıştı. yine önüne geçtim. kafasını kaldırdı bu sefer. gözlerime baktı. epey şaşırmıştı.

"hiç tanımadığım bir erkeğe anlatacak o kadar çok şeyim var ki." dedim annesinden oyuncak isteyen çocuk bakışlarıyla.

eski bir masada oturduk. müziğin sesi yüksekti ama birbirini hiç tanımayan iki insan için güzeldi. gerginliği azaltıyordu. biranın etkisi miydi müziğin miydi bilmiyorum ama hiç rahatsız hissetmedim kendimi. konuştum konuştum... içimde ne varsa anlattım. ilgiyle dinledi. gözlerini üzerimden ayırmıyordu. her hareketimden ruh halimi çözümlemeye çalışıyordu belli ki.

anlattıkça hafifledim. sonra içimden siyah bir duman çıktı sanki. içimin karanlığıydı sanırım. akşamüstü karanlığında otururken biri ışıkları açmış kadar mutlu oldum.

ben susana kadar tek bir kelime etmedi. iyice aydınlık olunca içim sustum. gülümsedim sonra. o da gülümsedi.

hesabı istedik. kalktık. karşılaştığımız yere doğru yürümeye başladık. iyice geç olmuştu. varınca durduk. birbirimize baktık. sonra sözleşmiş gibi sarıldık. öyle güçlü bir sarılmaydı ki bu, ne dost ne sevgili... tarif edemediğim başka bir şey.

sonra ayrıldık. bir an durup teşekkür etmeyi düşündüm. ama adını bilmediğimi farkettim. devam ettim.

19 Nisan 2010 Pazartesi

her insan (s)özünde iyidir

kendime, kötü insanların içindeki iyiliği ortaya çıkarmak gibi bir misyon edindiğimi farkettim. salak mıyım? her insan özünde iyidire inanmak istiyorum. kendimi inandırmaya çalışıyorum. inanayım diye de somut örnekler toplamaya çalışıyorum. bu ne be! bana ne!

malesef herkes iyi değildir. özünde iyidir evet ama özünü kaybetmiş o kadar çok kişi var ki. hatta bunu bile bile yapan. başkalarının acısından zevk alan. söze gelince iyi bir insan olduğunu vurgulayan.

sıkıldım artık. kendimden sıkıldım galiba. acımasızlığa özeniyorum şu sıralar. çok karizma bence. acımasızlık bir sonraki seviye aslında. ilk önce umursamamaktan başlamak lazım. bana ne diyebilmek lazım.

tahtaya elli kere yazayım. ilk dersimiz bu. bana ne bana ne bana ne bana ne bana neeee

17 Nisan 2010 Cumartesi

ne kadar da iyisiniz.

sana bu derece kibar davranılmasının, her daim centilmenlik yapılmasının senin güzel bir kız olmanla hiç bir alakası yok. hı hı evet.

centilmenlik sizin doğal haliniz. zaten herkese öyle davranırsınız. en alttaki insanlara da sizin seviyenizde ve üstünüzdekilere de. çok iyisiniz. tamam biz bir şey anlamadık sustuk.

16 Nisan 2010 Cuma

ben küçükken çok büyüktüm

ergenlikteki halim şu halimden daha despot, daha kuralcı, daha sert. şimdiki halim ergenlikteki halimden korkuyor.

yolda çat diye karşıma 18 yaşındaki Ülkü çıksa anında kaçarım. belki beni döver.

13 Nisan 2010 Salı

ben gülüyor muyum? evet

ay yok o kadar da mutsuz değilim. sadece mutlu olduğum anları yaşayarak, mutsuz olduğum anları yazarak geçiriyorum. ondan böyle. kızmayın artık bana.

11 Nisan 2010 Pazar

gözüme hüzün kaçti

bir kadının gözlerindeki hüznü görebilmişseniz tanıştıgınıza memnun olabilirsiniz. çünkü tanımaya yeni başlıyorsunuz demektir.

yıllardır şunu sordum kendi içimde: "mutluluğu abartan kalbim, üzüntüyü nereye saklarsın?" ama şimdi cevabı biliyorum. fazla uzağa gitmiş olamaz.

içimden bir sessizlik

o kadar sessizdim ki dişardaki sesler içimde yankılanıyordu.

bu sessizlik ne kadar sürecek bilmiyorum. biraz korkutucu. yalnizliği hatırlatıyor. ama kalabalık hiç de çekici degil şu sıralar. iç sessizliğim diyor ki "sus, konuşacağın zamanlar elbet gelecektir. ama şimdi değil." dışarda sesler yankı yaparken ben susuyorum.

7 Nisan 2010 Çarşamba

mutluluk hırsızları ne istediğinizi biliyorum!


genelde mutlu bir insan olduğum için, mutsuz insanları çekerim. onlar benim mutluluğumdan nasiplenir, ben acı çekerim.

allah'tan mutluluk kendini yenileyebilen bir şey. hem de yeniledikçe daha güçlü oluyor. tecrübeli mutluluk öyle kolay kolay kaybedilmiyor :)

2 Nisan 2010 Cuma

hey gidi istanbul

İstanbul'da herkes kendinden bahsediyor. kalabalıkta kendini unutmamak için galiba.

30 Mart 2010 Salı

aylardan aşk

ben her nisan aşıktım.
aşk nisana yakışırdı çünkü.
aşk insana yakışırdı ama.
insan olana...

28 Mart 2010 Pazar

küçükkenki zenginlik ölçütlerim


bir evde acayip şımarık bir çocuk varsa o aile kesin zengindir.

eğer bir çocuk bakkaldan aldığı gofretin yarısını çöpe atıyorsa ailesi kesin zengindir.

bir odadaki sağlam oyuncakların sayısı kırık oyuncaklardan fazlaysa o evdekiler zengindir.

silgisi ısırılıp yenmemiş hep yepyeni duran çocuklar zengindir.

bir evde spor aleti varsa (koşu bandı, bisiklet...)evdekiler kesin zengindir.

pastel boyası 42likse o aile fazlasıyla zengindir.

doğum gününü Mc Donalds'ta kutlayan çocuklar zengindir.

top oynamayı bilmeyen çocuklar zengindir.

okul eteğinin altındaki çorabı her gün başka renk olan kızlar zengindir.

ayakkabısı dexter'sa zengindir.

nintendo'su olan zengindir.

sürekli blue jean okuyan her hafta she he alan kızlar zengindir.

özel hocası varsa zengindir.

annesi sarı saçlıysa kesin zengindir.

temizlikçi artık aileden biri gibi olmuşsa o aile zengindir.

dolapta ısırılıp yenmemiş çikolata duruyorsa(bkz; umut sarıkaya) o ev zengindir.

okula muz getiren çocuklar zengindir.

gittiğimiz cafede ısmarladığı şeyin fiyatını sormayan çocuk zengindir.

haftada birden fazla Magnum yiyen çocuk zengindir.

27 Mart 2010 Cumartesi

hikayeme başlarken


okunacak o kadar kitap, gezilecek onca ülke, yaşanacak onca çılgınlık varken burda oturmak, çabalamak, ne için çabaladığını bilmeden uğraşmak çok saçma.

ne olmak istiyorum ne için çalışıyorum, kazandığım parayla ne yapmak istiyorum hiç bir fikrim yok. okulda bu konuyu öğretmediler. sanırım ailem de atlamış bu küçük detayı. iyi bir kız olmam iyi bir yerlere gelmem için onca öğüt vermişler ama iyi bir yere geldikten sonra ne yapmam gerektiğini kimse bana söylememiş.

öğütlerin bittiği yerdeyim. okul kitaplarının son sayfası bitti. sıra kendi hikayemi yazmaya geldi. bundan sonrası ben. sorumluluk da ben tembellik de. aşk da ben nefret de. başrol de ben figuran da. zaman mekan her şey ben. senarist benim, yönetmen benim hikaye benim. her şey benim.

peki ben nerdeyim?

25 Mart 2010 Perşembe

güneş, gözünü benden alamıyorsun farkındayım.

24 Mart 2010 Çarşamba

mektup

sana bu satırları içimden yazıyorum. hem de çok içimden.
sesimi duyabiliyor musun?

duyuyorsan sus. duymuyorsan konuşmaya devam et.

22 Mart 2010 Pazartesi

"Bir kişi bile değilim yalnızlıktan."

ben bu kadar değilim.
ben bu değildim ya da...

20 Mart 2010 Cumartesi

neden için siyahlamış arkadaş?

insanın içi karardıkça saçları beyazlar. garip bir tezat.

15 Mart 2010 Pazartesi

sanat filmi kıvamında

hayatımın bu bölümünden çok pis sanat filmi çıkar. az diyalog, uzun düşünme sahneleri, anlamsız cümle kuran bir sürü insan, metaforlar, sonra derin sessizlik ...

ama en kötüsü de sonunda "eee, yani?" dedirtecek olması. hiçbişey anlamayacam o fena işte.

13 Mart 2010 Cumartesi

hayatım kıvırcıktı benim


hayat boş, insanlar boş. ben bomboşum. en boş benim. herkes aynı, her şey aynı, zevkler aynı, şikayetler aynı...

eskiden hayatım da kıvırcıktı benim gibi. o zamanlar güzeldi.
şimdi güzel olan her şey çok uzak. ya da güzel olan bir şey yok. her şey düz, dümdüz...

9 Mart 2010 Salı

gelinim olur musun?

beni en çok teyzeler beğenir. sokakta, otobüste, asansörde, mağaza aynasının önünde. hep teyze övgüsü almışımdır ben. "maşşşşallah. kıçını kaşı" replikleriyle oramı buramı mıncıklarlar. bende onları çeken bir şey var ama ne?

tanımadığım teyzeler, arkadaşlarımın anneleri, annemin gün arkadaşları, apartman komşuları... teyzeler sever beni. ama en çok amcalarla iyi anlaşırım ben.

arkadaşıma "koli yok" diyip bana 2 tane koli ayıran bakkal amcama burdan selamlar olsun.

çirkin karizması

hani böyle çirkin yakışıklısı çocuklar vardır ya. çirkin ama çok yakışıklı. yüzüne bakılacak bir tarafı yok ama bakmadan duramıyorsun.

aynı şey kız için de. hiçbir güzel yanı yok ama çirkin dedirtmiyor kendine. işte hastayım öyle insanlara. valla bak!

bir de güzel olduğu kadar çirkin insanlar var, o konuya hiç girmicem.

sen gerçek palyaço değilsin!


eskiden en sevdiğim şey çocukları kandırmaktı. onlara çeşitli hikayeler anlatıp korkutur şaşırtırdım. en büyük hedef kitlem kuzenlerimdi.

öyle ki küçük kuzenim sayemde annesinin öz annesi olmadığına, bir diğeri de ölülerden sonra yenen lahmacunun ölünün etinden yapıldığına emindi. kaç çocuğun hayal dünyasında geniş kapılar açtım ben bile hatırlamıyorum. onları bisikletle gezdirirken bile benim aslında ben olmadığımı, sadece ben kılığına girmiş bir cani olduğumu söyler korkuyla yüzleşmelerini sağlardım.

geçen sene üniversite son sınıftayken arkadaşlarımla bir çocuk partisinde palyaçoyduk. tam benlik bir ortamdı aslında, ortada kandırılmaya hazır onlarca saf çocuk... "işte" dedim kendime, "göster yeniden kendini."palyaço kıyafeterimle gayet kendimden emin ve şen şakrak salona girdim. çocukların bütün ilgisi üzerimizdeydi. birden etrafımıza doluştular biri ordan biri burdan çekiyordu.

tam o esnada küçük bir kız yanıma yaklaştı ve bilmiş bilmiş "sen gerçek palyaço değilsin canım, üzerindeki kıyafet, kimi kandırıyorsun?" dedi. o ve ona hak veren çocuklar hızla etrafımdan ayrıldı. bense ne cevap vereceğimi bilemeden arkalarından baktım.

bisiklet sürerken bilim kurgu romanı yazan ben değildim sanki. kabullenmek istemediğim bir gerçeği bilmiş bir kız çocuğundan öğrenmiştim. ben artık büyümüştüm ve onların dünyasına uzaktım.

gecenin sonunda çocuklardan küfür ve dayak yiyen diğer palyaço arkadaşlarım da benle aynı fikirdeydi eminim.

8 Mart 2010 Pazartesi

8 Mart

kadın olmak, karanlıkta yürürken hissettiğin tedirginliğe değer.
bütün kadınların kadınlar günü kutlu olsun.

7 Mart 2010 Pazar

konuşmamız gerek facebook



facebook lütfen çık hayatımdan! ben senden ayrılamıyorum lütfen sen terk et beni. üç gün ağlarım iki hafta depresyona girerim ama sonra atlatırım. nefret ettim senden. hem ne zaman hayatıma girdin ki sen ya? çaktırmadan parça parça eşya getirip eve yerleşen sevgili gibisin. sinsi ve stratejik. yılansın yılan.

albümlerimizin çoğunu yaktım. gücümü toplayabilirsem diğerlerini de yakacam.

yavşaksın yeminle. sayende bir akşam bir ortamda tesadüfen denk geldiğim sırıtık çocuk ertesi gün bütün hayatımı öğrenebiliyor. ne kadar cool takılsam da bütün o iletilerimi okuyan insanlar ne mal olduğumu anlıyor. karizmamı çiziyorsun.

hoş bulduğum çocukların yandan kendini çektiği profil fotolarını görünce tiksiniyorum onlardan. şu de'i da'yı ayırmamış, bu çok fazla smiley kullanmış, bu her boku çekip facebooka koymuş, derken senin yüzünden kimseyi beğenemiyorum.

senle harcadığım saatlerde şu bloga birşeyler yazsaydım belki şimdiye milyonlarca okurum olurdu.

ama en kötüsü ne biliyor musun? ben bu yazıyı yazdım ya onu da senin üzerinden yayınlayacağım.

varlığın da yokluğun da yetmiyor be facebook. dur ben bunu iletime yazayım.

1 Mart 2010 Pazartesi

erkeklerle büyüyen kız çocuğu



İki erkek kardeşle büyüyen bir kız başarıyı hakeden kızdır. çünkü büyümek için adeta bir yaşam mücaledesi verir. o kız ki anne baba evden gider gitmez yiyeceği dayağı önceden bilir, hazırlıklıdır. adeta brave hearttır. dövüşür. dayağı yese de iki tane vurduğu için şanslı sayar kendini.

o kız ki, bütün arkadaşları erkek olduğu için futbol kurallarını çok iyi bilir. önceleri adamdan sayılmadığı için mahalle maçlarında kaleye geçer, sonra eğer azimliyse defansa terfi edebilir. ama forvete geçebilmişse alnından öpmek lazım o kızı.

stratejiktir. küçük kardeşini abisine karşı kışkırtmayı amaç edinmiştir. bu yüzden propogandayı ve bilimum ikna tekniklerini iyi bilir.

erkeklerin ne istediğini bilir. zira bilmek zorundadır. en hayati durumlarda bunları kullanır ki dayaktan kurtulabilsin.

o kız ki odasında hala abisinden kalma dev Amokachi posteri asılıdır. Euro 96 futbolcu çıkartmaları sayesinde tüm futbolcuları ezberlemiştir. Nuno Gomez, Ballac etiketleri hala eski defterlerinin kitaplarının arasından çıkmaktadır.

o kız ki tüm bayram harçlığını oyun salonlarında yer, street fighter, mortal kombat'ta adam döver ve hatta paranın geri kalanını dövüşlü ateri kasetlerine yatırır.

böyle bir çocukluk geçiren kızın, kız dünyasına adapte olması zordur. "ay ne hoş çocuk" yerine "ofsayt değildi oğlum" cümlesini duymaya alışık olan; bir çocuğa aşık olmak yerine onunla 9 aylık oynayan kız hemcinslerinin dünyasına biraz uzaktır.

bir gün stadyumda avazı çıktığı kadar bağıran arkadaki "beyler küfür yok bayan var." diyen erkeklere inat küfreden bir kız görürseniz kızmayın.
o kız ki erkeklerle büyümüştür :)

28 Şubat 2010 Pazar

Sevmek Korkusu

"Bir gün bir masa karşısındaydım. Üstüne yeşil çuha örtmüşlerdi. Üzerinde oyun oynamıştık. Parti bittikten sonra masanın örtüsünü kaldırdılar. O zaman ben masanın birdenbire küçüldüğünü hayretle görmüştüm. O da bu masa gibi olurdu. Fakat aksine; birdenbire küçükken büyüyverir, kısa iken uzar; kalkar giderdi."

Sait Faik

26 Şubat 2010 Cuma

hiç sallamıyorsun beni



salıncakta salınsak ya? belki sıkıntıları da salarız. bence salıncak dünyanın en güzel buluşu. büyüyünce salonuma kurduracam. bahçemde hamağım olacak, bunalımdan kurtaracak beni falan...

Milattan Hemen Önce

Çok sıkılıyorum! ama en kötüsü de boşluktan sıkıldığım bu günleri özleyeceğimi biliyorum.

bugün milat. kariyerim için yaptığım ilk önemli tercih. hatta öyle ki kariyer kelimesini ilk defa kendim için kullanışım. bu kelime bile iğreti durdu bende sanki. böyle resmi falan. alışmak zor olacak.

25 Şubat 2010 Perşembe

klişelerin gücü adına



klişeler işe yarar. işe yaramasa klişeleşecek kadar çok kullanılmazdı zaten.

50 yıl önce geçerli olan şey gayet tabi şimdi de geçerli olabilir. hele de insan doğasıyla ilgiliyse. hele de ilişkilerle ilgiliyse. örneğin vur kaç taktiği vardır ki her zaman her yerde işe yarar. birini gözüne kestirdiysen vurup kaçarsın. ya da biri vurup kaçmışsa sana kaçanı kovalarsın. aklında olmasa bile sana ilgisini gösterip sonra birden çeken erkeği düşünmeye başlarsın. üzeni sever, seveni üzersin.

ulaşamayacağın her şey güzeldir. gizemli olanlar güzeldir. adı koyulmayanlar güzeldir. tek başına hayal kurmak en güzeldir.

24 Şubat 2010 Çarşamba

anılarla tanışmak

Image and video hosting by TinyPic

sigarasını ne zaman bitirdiği ne zaman diğerini yaktığını anlamıyordum bile. onu sigarasız görmeye de pek alışık değildim zaten.

saatlerdir birlikteydik. bu şehirde çok eski değildim. o hiç değildi. iş çıkışımda beni beklerken "boşa duracağıma şurdaki eyleme katılayım da bir faydam dokunsun" diye düşünecek kadar yeniydi hatta.

çok iyi bilmediğim ama hep girmek istediğim sokaklara girmenin tam sırasıydı. çünkü onun yanında bana bir şey olmazdı biliyordum. gezdik... o sokaktan girip diğerinden çıktık. galata kulesinin altında çay içtik. Halice doğru inmeyi denedik beceremedik. uzaktan öylece baktık sadece.

oranın kahvesi güzel buranın tatlısı derken her mekanda oturduk. konuşacak o kadar çok şey varken hep aynı şeylerden bahsediyor asıl konuşmamız gerekenleri atlıyorduk. kısıtlı zamanımızı geçmişten konuşarak geçirmek istemiyorduk belki.

yapmaya çalıştığı o kötü espirilere güldüm hep. "bak işte gülüyorsun" dedi "demek ki söylediğin kadar iğrenç espiri yapmıyormuşum." "kibarlıktan gülüyorum" dedim. ama değildi. gülesim geliyordu gerçekten. espiri yapmaya çalıştığındaki haliydi beni güldüren. eskiden de bir espiri yaptğında en çok kendi güler sonra çaktırmadan etrafına bakardı hep kimler gülüyor diye.

o akşam kelimeler olmadan konuştuk. çok şeyden bahsettik aslında. yeniden tanıyor gibiydim onu. nasıl oluyor da insanları iki dakikada etkiliyor hayranlıkla izliyordum. öyle bir iletişim gücü vardı ki garsonu, sahafı, yoldan geçeni, kültürlüsü, cahili, önceden tanıyanı, ilk kez göreni, herkes seviyordu herkes anında gülümsüyordu içtenlikle. şaşkın mıydım, hayran mıydım, kıskanıyor muydum bilmiyorum. garip bir his bürümüştü içimi ama kötü diyemem.

o başka tarafa bakarken ben yüzünü inceliyordum gizlice. küçükken elime terlikle vurduğundaki sinirli adam değildi o. daha yumuşak daha dalgın...

22 Şubat 2010 Pazartesi

mükemmelin yan etkisi

mükemmeli yaşamak güzel gibi görünse de çok riskli bence.
mükemmelden sonra "güzel" olan bile tatmin etmiyor. yetmiyor. keşke en güzel anlarımı en sonlarda yaşasaydım.

sanki bundan sonra yaşımla, geçirdiğim güzel günlerin sayısı ters orantılı olacak gibi. bu grafiği sevmedim.

21 Şubat 2010 Pazar

eski ben vs yeni ben


"hayatımın geri kalanını öğrendiklerimi unutmaya çalışarak geçireceğim" dedi. haklıydı da. kendimi düşündüm ister istemez.

ne kadar çok öğretilen varsa hepsini sorgulamadan yerleştirmiştim hayatıma. neyin doğru neyin yanlış olduğu güzelce öğretilmişti. nasıl davransam ayıp kaçacağı, nasıl konuşursam iyi bir kız olacağım... bense uyumluydum önceleri. nasıl davranacağını nerde ne yapılmayacağını bilen iyi bir kızdım yani. ta ki bir gün merak edip kendimi aramaya başlayana kadar...

asi olmak için değil, kendimi bulmak için yıktım kuralları. kaçmak için değil kaçtığım benliğime kavuşmak için vazgeçtim iyi kız imajından.

peki buldum mu? hayır. ne kendimi bulabildim ne de eski ben olabildim. ama asla pişman değilim. aksine hiç bu kadar kendime yaklaşmamıştım. çok az kaldı.

18 Şubat 2010 Perşembe

Hayalinle bin yaşa



şuraya hayallerimi yazayım da belki yapmış kadar heyecanlanır şu sıradan hayatıma renk katarım.
adı üstünde hayal, düşünce balonlarında yaşayan, gereçekleşmesi mümkün olan ve olmayan "şeyler" topluluğu.şey bunu anlatan en güzel şey bence.
neyse hayallerime geçelim;

- amsterdam'da en az 1 yıl yaşayacam. o kısacık gezimden hayalimde kalan her yerde yiyip içecem, bakkala terlikle gidip bisikletimi hakettiği yerlere parkedecem.

- çok başarılı bir reklam yazarı olduktan sonra Tarantino misali reklamlarımda oynayacam.

- belki oyuncu bile olurum. bir sinema filminde oynasam bana yeter. ilerde torunlarıma bırakayım başka da bişey istemem.

- uykusuz'da bir köşem olacak. güzel ama çok saçma olacak. o kadar saçma ki bazen ben bile anlamayacağım.

- erasmustan sonra dolabın üstünde tozlanmaya bıraktığım dağcı çantamı alıp dünyayı dolaşacam. en pis hostellerde kalcam.

- bir de eskişehir'i satın alacam. bütün barlara arkadaşlarımı koyacam. böylece her gittiğimde tanıdık yüzler görecem.

- sahil kasabasına taşınmayacam. taşınanları alıp ankaraya yerleştircem. yeter çok şımarmasınlar.

- ne hakkında olacağına henüz karar vermediğim bir kitap yazacam ön sayfasında "yıllar önce kaybettiğim beynime" yazabilir belki.

- senarist olacağım. süper komik bir diziyi 3-5 kişilik ekibimle reyting listesinde üst sıralara taşıyacam.

- saçlarımı değiştircem. yok yok değiştirmicem şaka.

- böyle yüksek sesle konuşan, bacaklarını açarak oturan, kendini bi bok zanneden ukalaları gördüğüm yerde "bişey diycem" diye çağırıp bana doğru eğildiğinde kulağına okkalı bir şaplak atacam.

işte benim mütevazi hayallerim. ben hayattan çok şey beklemiyorum esasında.

16 Şubat 2010 Salı

hold me tayt !


ben bugün giyinmeyi unuttum. evet altıma şort giyecektim basbaya unuttum. taytımla T-shirtümle kalakaldım.

allahtan tayt hayatımıza balıklama bir giriş yaparak gönlümüzün tahtına oturdu.kimse de çıkıp "yahu noluyor! bu tayt dediğiniz şeyin külotlu çoraptan ne farkı var?" demedi. normalde eteği açılınca yerin dibine giren bayanlar altında tayt varken taklalar attı.

külotlu çoraplı kadın,dünyanın en çirkin görüntüsüyken,taytın üzerine minicik bir T-shirt kabul gördü.

"ay popom çok çıkacak,aman basenlerim belli olacak" diyen bayanların tayt sevgisine hiç girmiyorum bile.

ben anlamadım arkadaş! nasıl bir iştir bu?
ama bugün ben de onlardan biriyim. şortumu giymeyi unutup taytla geldim ajansa ve kimse bunun farkında değil.

12 Şubat 2010 Cuma

bir sövgülüler günü daha


geçen sevgililer gününde yazdığım yazıya baktım da..

hala aynı şeyleri düşünüyor olmam ne güzel. hala aynı şeyleri düşünüyor olmam ne kötü.

9 Şubat 2010 Salı

beynimden özür diliyorum !


kullanmaya kullanmaya paslanmaya başlayan zavallı beynime burdan selamlar olsun.

az kaldı, tekrar birlikte olacağımız günler gelecek. ben ve o çok büyük işler başaracağız. onsuz geçen günlere inat zekice espiriler yapıp mantıklı şeyler söyleyebileceğim.

o zaman bu yazının sonunu daha rahat getirebileceğim. konuşurken neyden bahsettiğimi unutmayıp kelimeleri ardı arkasına sıralayabileceğim. şu salak kafam biraz daha hızlı çalışabilecek.

yani umut ediyorum. bunca zamandır arayıp sormadığım beynim gücenip kırılmadıysa...

31 Ocak 2010 Pazar

Kocaya mektup


sevgili kocacığım,
şu an nerdesin ne yapıyorsun bilmiyorum ama lütfen elini çabuk tut. aksi halde kurda kuşa yem olmak üzereyim. cebren ve hile ile aziz karının bütün kaleleri zapt edilmiş durumda. anlayacağın etrafım kuşatıldı. çakallar sarmış dört bir yanımı. baktığım her yerde biri kesiyor...

bak kocacığım ilerde dengesiz,sinir hastası bir karın olmasını istemiyorsan şimdiden yetişmelisin. beni bu vahşi ormandan kurtarmalısın. kurdu kuşu börtüsü böceği hepsinin niyeti bozuk.

çabalayıp zekice planlar kuruyorlar ama unuttukları bir şey var. hepsinin kafası aynı yönde çalıştığı için planlar hep aynı. kiminin tümleci farklı ama yüklem hep aynı.

bu yüzden sevgili kocacığım ben bu hayattan soğuyup tercihlerimi değiştirmeden sen gel. ve gelince 3 kere vur. ama sakın aynı planla gelme arada kaynayıp gidersin yazık olur bize.

hadi gel 2-3 sene flört edip muradımıza erelim.

biricik karın

30 Ocak 2010 Cumartesi

İçimdeki boşluk, seni şarapla dolduracağım !


bir şişe kırmızı şarap ve loş odada çınlayan sezen aksu'da buldum uzun zamandır kaybettiğim beni.

"acılı bir bakış yerleşirse eğer kirpiğinin ucundan gözbebeğine
her şeyin bedeli var güzelliğinin de
bir gün gelir ödenir öde firuze."

yemişim güzelliğini...ne saçma lan. yapımında hiç bir emeğin olmadığı halde övgüler hep sana gelir. "çok güzelsin" denildiğine kendin yapmış gibi teşekkür edersin. saçma değil mi?

şimdi düşününce saçma gedi. ama yarın sabah öyle gelmeyecek biliyorum.

28 Ocak 2010 Perşembe

kendimle çelişerek


Metroyu beklerken yanımdaki işçinin sarı lastik çizmelerine kayıyor gözüm. tıpkı adamın elleri gibi çamur içinde bir çizme.

Düşünüyorum. bundan 3-4yıl önceye gidiyor aklım. bilmiş bilmiş arkadaşlarıma "Kızım var ya, inşaat işçilerinin giydiği şu lastik çizmeler, yeminle 4-5 yıl sonra moda olacak. Ve modaya karşı boynu kıldan ince olan insanlarımız onu da giyecek. ve ben çok gülecem. aha şuraya yazıyorum." diyişim canlanıyor.

gülüyorum. Metroyu bekleyen işçinin yanında oturan kendime gülüyorum. bir de ayağımdaki kırmızı lastik çizmelere.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Şansa bak !


Hala bazı şeylerin imkansız olduğuna inananlar varsa bana gelsin lütfen. öyle bir enerji var ki bende. anlatsam inanamazsınız. çünkü çoğu zaman ben bile "yok artık" diyorum.

bazı insanların işleri hep aksi gider ya. "zaten bende şans olsa.." diye başlayan cümleleri ardı arkasına sıralarlar. Her şeyde bir aksilik çıkar. olmaz denen görünmez kazalar onları bulur. ama onlar alışıktır bu duruma. beklentileri hep o yöndedir çünkü. en güzel şeyde bile bir korku vardır içlerinde. bildiniz mi öyle insanları? hıh. işte ben var ya... onların tam tersiyim.

dedim ya, öyle bir enerji var ki bende. en kötü şeyleri bile iyiye çevirebiliyor. öyle bir şans ki bu kimsenin ihtimal vermediği olasılıkları karşıma çıkarıp "buyrun sizindir" diyor.

önceleri şaşırıp seçilmiş bir insan olduğumu düşünürdüm. (belki de öyleyimdir ha?:)
ama şimdi diyorum ki. bu bir şans. aslında herkesin içinde olan ama kimsenin inanmadığı şans. sadece iyi düşünenleri bulan bir şey. hayra yoranları, karma'yı benimseyenleri, ne bileyim işte kişisel gelişim kitaplarındaki o olağanüstü değişim öykülerine inananları bulan..

yıllardır "kızım var ya çok ballısın ha!"diyen dostlarıma ithafen bunun sırrını açıklamaya karar verdim. İşte hayatımın klişeleri:

1- kötü insan yoktur ( çevre şartları onu kötü yapmış olabilir ama özünde her insan iyidir. valla ya! )

2- sen iyi düşünürsen iyilikler seni bulur.

3- kimseyi kırma. karşındakinin kırıcı cümlelerine gülüp geç. ama asla saldırıya geçme. hatasını anlayacaktır sana belli etse de etmese de.

4- gül bee! kime havan? çayları taşıyan teyze de senden çok farklı değil başındaki patronun da. herkesin gülümsemeye ihtiyacı var. onlara ihtiyacı olanı ver. bak bakalım kendini nasıl hissedeceksin.

5- her şeyden yakınma. kendini de etrafındakileri de yer bitirirsin.

6- trip yapma yapma!valla yapma ya. (yani sevgilin bundan anlıyorsa bişey diyemeyeceğim ama) o ne ya? insanlar tripleşe tripleşe diye bir şey olsaydı bizim tikycan kızlar el üstünde tutulurdu. (lan yoksa tutuluyor mu?)neyse sen yine de yapma bence.

7- en kötü durumlarda bile saçma sapan dans et. çok iyi gelecek. çeşitli figürler geliştir. arkadaşlarına öğret. gör de bak bakalım sonuç nasıl olacak?

8- hata yaptığını kabul et. karşındaki için değil kendin için yap bunu. bak nasıl rahatlayacaksın. bırak metabolizman hata yaptığını anlasın, kendi kendini iyileştirecektir.

9- bebek sev. her vakit bulduğunda çocuklarla ilgilen. gün gelir de çocuğun biri gözlerinin içine iki saniye bakıp sonra kaçar giderse, kendinden şüphelen. asla böyle bir şeye izin verme.

10- asla 10 madde yazacam diye kendini kasma. 9 taneyse 9'da bırak.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Büyüdüğümüzü anladık mı?

Çevrende "sen bilirsin, senin geleceğin." diyen insanlar çoğaldıysa, verdiğin kararlar hayatını etkilemeye başladıysa, bir karar vermek için kırk yıl düşünmeye başladıysan ve ona rağmen emin olamıyorsan sanırım artık büyümüşsündür.

ve 13 yaşındayken chat kanallarında kendimi 17'lik göstermeye pek meraklı olan ben, şimdilerde daha fazla büyümemek için dua ediyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Yalnız kafanın düşünce balonları


anladım ki yalnızlık bana göre değilmiş. anladım ki yalnızlık tam bana göreymiş.evde yalnız kaldığım anda bambaşka biri olarak buluyorum kendimi.daha duygusal, daha umursamaz, daha az neşeli, daha çok düşünen.

hangisi gerçek ben veya ben gerçekten dengesiz miyim bilmiyorum. Ama şu sıralar öyle bir ruh halindeyim ki... Mutluyum dediğimin ertesi günü dokunsalar ağlayacak hale geliyorum veya gözlerim dolarken gülme krizi geçiriyorum.

sonra "kim mutlu ki acaba?" diye etrafıma bakıyorum. gerçek anlamda mutlu kimseye rastlayamıyorum. etrafımda sadece günü geçiştiren insanlar. sorgulamadan yaşayanlar. belki de en mantıklısını yapanlar kim bilir.

ama ben öyle değilim sürekli soruyorum kendime şu an mutlu muyum diye. şu andan ileriye ne kalacak elimde? hatırlayacak mıyım yoksa diğer günler gibi çöpe mi gidecek? bugünü yaşamasaydım da olur muydu yani?

kafamda milyon tane düşünce. "hayat bu işte çok düşünmeye gelmiyor" diyenlere inat bir savaşım var benim. gün biriktiryorum. an biriktiriyorum. Bugünden elimde en az 2 snlik bir görüntü kalmalı yarına. ya da tarifi imkansız bir duygu. iyi veya kötü. ama yarın hatırlamalıyım onu.

hıçkırarak ağlamadıysak ne zamandır yazık bize. veya kahkahadan öksürüklere boğulmadıysak.. duygusuz geçen günler zombileştrir insanı. ve en çok zombiler
korkutur beni.

14 Ocak 2010 Perşembe

Erkek taktiği 3-5-2


Kafaya bir şeyi koyan erkekten korkacaksın. Hele de söz konusu bir kızsa..

Hedefe odaklanmış kaplan gibidir. Başka hiçbir şey görmez gözleri. Zeki, çevik ve centilmendir bu esnada. Her yolu dener. Cool tavırlı, komik çocuk, beyefendi, sanatçı ruhlu, zeki ama sallamayan, kızlar tarafından çok arzulanan ama elde edilemeyen... Ne ararsan.

"Hedefe giden her yol mübahtır" felsefesini edinmiştir kendine ve gerçekten korkulmalıdır ondan. Şansı ne kadar azsa hırsı o kadar artar. Taktik geliştirir. 3-5-2 olmazsa 4-4-2 deniyim der. dener de. değişir. yapmam dediği şeyleri yapıverir ve hiç sallamaz etrafında "oğlum bir kıza sattın bizi" diyenleri.
Çünkü öncelikle avını yakalamalıdır. Sonra zaten gerisi kolaydır.

Çok geçmeden çabalar sonuç verir. "aay inanmıyorum benim için mi tüm bunlar?" diye eriyen kız oltaya gelir. erkek maçı alır ve gol sevinciyle arkadaşlarının yanına koşar...

(hayatımdaki insanlarla alakası olmayan bir yazı. üzerine alınmaca olmasın.)

Ben bittim şimdi sıra sende

10 Ocak 2010 Pazar

İnsan ne ile yaşar?

Diğerlerini bilmem ama ben dostlarımla yaşıyorum sanırım.
öyle bir hediye aldım ki.. ağlamaktan içim çıktı iki gündür.

İnsanlar bana şanslısın diye diye şanslı yaptılar beni. Biliyorum ne kadar şanslı olduğumu. Böyle insanlara sahip olmanın bulunmaz bir nimet olduğunu. Verilmiş sadakalarımı, üzerimden damlayan balı..

yeni yaşıma girerken tek sevindiğim eski yaşlarımın hakkını vermiş olmam...
arkamda bıraktığım bulunmaz anılar, sağlam dostluklar.

evet, herkese inat herkesi seviyorum!

6 Ocak 2010 Çarşamba

Bu blog bir yaşında !


Şaka maka bir yıl olmuş.
Eh büyüdü tabi.insan içine çıkarayım artık onu.

şöyle bir göz atınca dengesizliğimi anlatıyor bana bu blog. bazı yazılar benden bazıları değil gibi. Biri ara sıra gizlice hesabıma girip yazmış gibi. ama cık. hepsi benim. benim dengesizliğim...

Kimseye söylemiyim diye başladım ama bir yıl yalnız yaşayınca kavga etmeye başladık haliyle. Şimdi ilişkimizi açıklama vakti.

Bir yıldır bu blogla çıkıyorum. Ondandır sevgilimin olmayışı. Mutluyuz biz sanırsam.