28 Eylül 2010 Salı

ben anne olurum da çocuğa kim bakacak?




bugün istanbul'daki ilk çiçeğim, junior'ım beni terk etti.

hava alsın diye koyduğum camın önünden atlamış. yedi kat düşmüş ve belki de börtü böceğe yem olmuş...
o düşünce çocuğum düşmüş kadar üzüldüm. tek sorumlu olduğum canlıya sahip çıkamadım.

bir de benden evlenmemi anne olmamı falan bekliyorlar... peh!

huzur içinde yat junior...

15 Eylül 2010 Çarşamba

İşkolik oldum işte.

biri beni durdurmazsa işkolik olacam. 

hiç arkadaşım kalmaycak. işten başka konuşacak konum da...

ofisteki ya da evdeki sandelyemin şeklini alacam. hatta bir gün klavyeye dönüşecem hiçbiriniz anlamayacaksınız. üstüme basıp geçeceksiniz.

çünkü şu aralar "şimdi çalışmicam da ne zaman çalışacam?"la "şimdi gezmicem de ne zaman gezecem?" arasında gidip geliyorum. yok oraya bile gidemiyorum aslında. bir tek evle iş arasında gidip geliyorum.

bakın mutsuz değilim.her gün yeni bir şey öğrendiğim için garip bir mutluluk var içimde. ama beni huzursuz eden bu mutluluk zaten. insan hem her gece, her hafta sonu çalışıp hem mutlu olabilir mi? manyak mı? ya da ben manyadım mı?

hadi şu romantik american filmlerinde kariyerini tercih eden ama aşkı, arkadaşlarını, hayatı kaçıran mutsuz tiplerden olursam... hadi olursam!?

ya "daha yaşım genç nasılsa ne öğrensem kardır" diyip hiçbir zaman öğrenemezsem... hayatı hep sandalyemden izlemek zorunda kalırsam..?

çok korkuyorum! ama yarınki işten daha çok korkuyorum. o yüzden ben biraz daha çalışayım müsadenizle.

14 Eylül 2010 Salı

Superman olmak yetmez, Barney Stinson olmak lazım bazen

9 Eylül 2010 Perşembe

ben gurbette değilim, gurbet benim evimde

hani önem vermediğin, saçma bulduğun, gitmesek diye can attığın bayram ziyaretleri var ya... ne anlamsız değil mi? ne gerek var ki?

madem öyle düşünüyordun o zaman yalnız geçirdiğin bir bayram neden sana koyuyor ki? tek başına olmak istediğin saate kadar uyumak, anne babanın bayram kavgalarını dinlememek en büyük hayalin değil miydi?

kapı çalmıyor işte, gelen giden yok. ses yok, gürültü yok "bayram bayram bu saate kadar yatılır mı?" yok. evin içinde kıyafetle oturmak yok. zorla babaanneye gitmek yok..."elini mi öpmeliyim, elini mi sıkmalıyım?" yok. "ilk günü dışarı çıkmiyim bizimkiler üzülmesin. sonra çıkar eğlenirim." yok. "ne iş yapıyorsun şimdi sen? beni de oynatsana reklamlarda?" yok. "aa dayıcım valla almam o çok, bak kocaman oldum." yok. "hadi ablacım bana bayram ojesi sür, saçlarımızı yap." yok. "anneeea alperen suratıma vudu!" "yavrum kaç yaşına geldiniz hala mı?" yok. "teyze hadi bize gelin, sen bizim teyzemizsin, onlarda çok oturmayın." yok

rahat ol hiçbiri yok, bayram şekeri de yok... bol bol şarap var. bir de azıcık hüzünlü şarkılar...

6 Eylül 2010 Pazartesi

yoksa siz hala?

iphone myphone, prada mrada, harley marley...
of bi gidin yaa!

her reklamcı kendi kazdığı kuyuya düşmüş. ne güzel. ne iyi. olrayt. hell yeah!

3 Eylül 2010 Cuma

olmak ya da ol(a)mamak

mesela özdemir asaf... sen de insansın ben de. aynı ülkede doğduk, aynı dili konuşuyoruz. ikimiz de belki ilk "anne" dedik. muhtemelen ikimiz de aynı yaşlarda öğrendik okumayı. 

sen de okudun benim gibi cin ali'yi. sen de aşık oldun ve benle aynı gökyüzüne bakıp ağladın. annen sana da taze fasulye yedirdi di mi? yanında pilavla. 

peki nasıl? sana ne yaptılar da böyle oldun? nasıl o kelimeleri seçip, yanyana koyabildin?

ben burda iki kelime yazmayı öğrenmek için gecelere kadar çalışırken sen hiç uğraştın mı o şiirleri döktürürken. yoksa sadece içinden mi geldi? nolur içimden geldi deme. benim içim içimi yer o zaman.