28 Aralık 2009 Pazartesi

keskin sirkenin küpü


Dışarıdan sert olan insanlara saygım sonsuzdur. Ne yaşadıklarını bilmesem de ne kadar acı çektiklerini az çok tahmin edebilirim. Kimse durduk yere hayatı kendine zindan etmez.

Ben hayatımın büyük bir bölümünü dışarıya çok sert olan bir insanla geçirdim. Kimi zaman bu sertlik benim de canımı acıttı, kimi zaman hayatımda böyle bir insan olduğu için kendimi çok şanssız saydım ama şimdi anlıyorum. biliyorum. bilmediğim ne çok şey olduğunu biliyorum.

onun aslında ne kadar büyük bir insan olduğunun farkındayım. asla onun kadar güçlü olamayacağımın da. sadece susuyorum. zamanında içten içe kızdığım için şimdi içten içe üzülüyorum.

dikkat zombi çıkabilir !


Bazı insanların sanki hiç özel hayatı yokmuş gibi. Olamazmış gibi. Duygulanıp ağlasa veya kahkahalarla gülse başımıza bir şey gelecekmiş gibi.

öyle ruhsuz, öyle tepkisiz görünüyorlar ki onlara bir şey anlatırken kendinize acıyorsunuz.

bazen işyerinde, bazen bir veznede, bazen hastanede... hiç farketmez. bu insanlardan her yerde bolca var. zaman zaman sırtlarını açıp pillerini değiştirsem her şey normale dönecekmiş gibi geliyor. ama nerde?

23 Aralık 2009 Çarşamba

rüyalarım kafa yapıyor


Bazen böyle gülerek uyanıp zıplayarak otobüse biniyorum ya...
hani işe yetişmeye çalışan insanlara sarılmak istiyorum. herkese gülümsemek, yolda gördüğüm bebeklerin yanaklarına saldırmak ...

işte böyle zamanlarda "gece ne gördüm acaba rüyamda?" diye düşünmeden edemiyorum. bence Pollyanna'yla işbirliği yapmış veya Heidi ile otlakta taklalar atmış olabilirim.

ne görüyorum bilmiyorum ama iyi kafa yapıyor bana. yarım gün götürüyor beni. etkisi uzun sürsün diye biraz daha erken uyumayı deneyeceğim.

21 Aralık 2009 Pazartesi

acıtmadan uyumayalım


çat diye çıkaracaksın birşeyi hayatından. öyle zamanla, deneyerek, alıştıra alıştıra olmaz. aynı acıyı çekersin çünkü her defasında. bir kere bıraksan da, elli kere bırakmaya çalışsan da. acı katsayın aynıdır miktarıysa sana kalmıştır.

yine gittim eskişehir'e. daha fazla acı çekeyim diye. bittiğini kabullenmediğimden. alıştıra alıştıra bitsin istediğimden. ama zor oldu. yine canım yandı. yine evimde gibi hissedip, evime veda ettim.

eski odamın baktığı sokağa uğrayamadım. onlarca kez gidip eğlendiğim mekanlarda eskiyi yad edemedim. anılarımın güzelliği korkuttu beni. o anılar hayatımda durduğu sürece hiçbirşeyden zevk alamayacakmışım gibi hissettim. çok düşünmedim...

şimdi istanbul'da bir ajansta masamın başına oturmuş zeki müren dinliyorum. bakkalından şarap alırken beni tanıyan amca, biramı doldururken sohbet ettiğim barmen, dans ettiğim mekanın sahibi, yan masada oturan arkadaşlarım hepsi orda kaldı yine. ama ben burdayım. hayat devam ediyor acısıyla tatlısıyla...

15 Aralık 2009 Salı

huysuz ve ruhsuz

günden güne soluyorum. enerjim çekiliyor. sabahları yataktan kalkmak zorunda olmak bana verilmiş en büyük ceza gibi. akşama kadar uyanamıyorum. ve akşam yine uyuyorum.

fonda çalan şarkıda "benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız?" diyordu...

14 Aralık 2009 Pazartesi

2009 sen git ablan gelsin

2009!
hasta ettin beni. hasta ziyareti kısa olurmuş. hadi canım kalk yavaştan sen. yeni misafirler gelecek. oturacak yer açılsın.

11 Aralık 2009 Cuma

Dışımdakiler

Sevgili Blogum,
yaklaşık bir yıl önce, sadece ikimizin yaşayacağına inandığım bir ilişki başlatmıştım seninle. Mutluyduk, yalnızdık, karışanımız yoktu, yaptıklarımızdan kimseye hesap vermek zorunda değildik. bir nevi 'ben seni kaçırmıştım ve evlenmiştik.'aileleri aradan çıkarttığımız için sorunumuz yoktu. böyle güzel güzel sevişerek bir yıl geçirdik.

fakat sonra ne oldu? ben sana ihanet ettim. İlişkimizi başkalarıyla paylaştım. baktım herkes aşkını ortalıkta yaşıyor. "Ben de yaşarım" dedim "bana da yorum yazarlar. bakarsın aşkımız sayesinde belki de ünlü olurum."

birkaç insana senin adını verdim. üzgünüm ama aşk yuvamızı onlara açtım. "hepsi sevdiğim insanlar" desem beni affeder misin? yoksa artık benle özel şeyleri paylaşmaktan kaçacak mısın? İlişkimizn yönü değişecek ve biz bir yıl önceki gibi yine kendi dünyalarımıza mı döneceğiz?

beni affet blogum. içimdekiler dışarı taştı. tutamadım kendimi.

9 Aralık 2009 Çarşamba

İnce kaşlı erkek modeli

kaşlarını incecik yapan erkeklerden ölesiye tiksindiğim bu günlerde, kaş almayanlara ithafen bir şarkı yazıdm:
" sen de kaşını alıp gitme ne olur!"

8 Aralık 2009 Salı

yazarlık deneme bir ki

Bugün insanlık adına küçük, yazarlık adına büyük bir adım attım. ve ajans blogunda yazmaya başladım.
buraya da yazıyorum ki ilerde "nerdeeen nereye!" derken elimde bir kanıtım olsun.

copy paste hayat

Birbirinin aynısı olan günler hesaplanıp yaşımdan düşülse ya...

nostalji çarşısında teknoloji

sahaflar çarşışında bir yaşlı esnaf diğerine bağırıyor
"Mehmet neredesin ya kaç gündür? ne buralardasın ne messenger'da!"

4 Aralık 2009 Cuma

Şükran günü

- anne nerelerde kaldın?
- şükran günündeydim kızım.
- hönk?
- Şükran teyzendeydi ya gün sırası. çeyreğini verdim biraz oturduk geldik.

3 Aralık 2009 Perşembe

nazarım var değmesin

çingene yanıma yaklaşırken, paradan çok bir şey söylemek ister gibiydi. gözlerini kısarak geldi.

"senin" dedi buğulu bir sesle. " sabahları uyanma problemin var. çünkü üzerinde çok nazar var."

şaşırdım.beni gerçekten tanıyanlar sabahların benim için ne büyük bir işkence olduğunu bilirler. yurttaki arkadaşlarım ilk birkaç aydan sonra beni uyandırma sevdasından vazgeçmişlerdir.nice yiğitler tanıdım "ben seni uyandırırım" diyen ama sonra sinirle pes eden.

benim bu özel maruzatımı bilen çingeneye saygım sonsuzdur.çünkü tüm bu sabahlar için bana verdiği bahaneyi kırk yıl düşünsem bulamazdım.
üzerimde ağırlık varsa ben napayım?

1 Aralık 2009 Salı

bir varmışım bir yokmuşum

İçinde olduğum bütün fotoğraflar tek tek ayıklanmış.sanki diğerlerini ben çekmemişim gibi. hayatının ben'li kısmı itinayla çıkarılmış.

muhtemelen ismim yükselmek ileri gitmekten ibaret artık onun için.

reklamlar girince daha bir sinirle zap yapıyordur biliyorum.

hayatına giren kızların saçlarını zorla düzleştiriyordur.

ve yine kimseyi belli bir mesafeden fazla yaklaştırmıyordur hayatına. ve o mesafe giderek artmıştır eminim.

gün batımını izlediği o sandalyede daha bir sessizdir şimdi.

ergenlik sinircesi

ne oraya aitim ne buraya.
ne mutluyum ne mutsuz.
ne burda kalmak istiyorum ne gitmek..

ergenlikte yaşamadığım bu duygular şimdi buldu beni. keşke zamanında yaşasaymışım. çok geç kaldım tüh.

19 Kasım 2009 Perşembe

hayatıma revizyon

bu böyle gitmemeli. bir şeyler değişmeli. ama ne? bilmem ki..

saçlarım? olmaz, onlara dokunamam. sevgili? ama yalnızlığın özgürlüğü bir başka.. yeni bir iş? önce buna bir gireyim de.

ne yapsam? alışveriş yapmanın dayanılmaz klişesi altında ezilmek istemiyorum. yapabilirim daha yaratıcı olabilirim.

belki de blogumu değiştirmeli ve onu insan içine çıkarmalıyım. ama önce azıcık evcilleşmesi gerek.

18 Kasım 2009 Çarşamba

sabah sabah

öğrenciyken kaçırdığım sabahların kıymetini şimdi çalışırken anlıyorum. biri bana sabahlarımı geri versin. söz en geç 9'da kalkacam, çay koyacam, mükemmel bir kahvaltı eşliğnde TV seyredecem. seda sayan'a bile razıyım yeter ki güneşli huzurlu o sabahı yaşayabileyim.

bunları her sabah güneşten kaçarcasına metroya binip girdiğim o yüksek binanın güneş görmeyen ofisinden yazıyorum.

"Bu sabahların bir anlamı olmalı..."

10 Kasım 2009 Salı

erkek egosu

metroda, yolda, kuyrukta, otobüste seni baştan aşağı süzen dönüp dönüp tekrar bakan baktığını belli etmemek için hiç bir çaba göstermeyen hatta seslice iç çeken sevgili erkekler.Hepinize imreniyorum. ve bir dahaki karşılaşmamızda sormak istiyorum ;
"Bu özgüveninizi neye borçlusunuz? bana da söyleyin nolur!"

27 Ekim 2009 Salı

Sosyallik

Her yeni tanıdığım insan aslında henüz tanışmadığım bir yönümdür. Bu yüzdendir tanıştığıma memnun oluşum.

22 Ekim 2009 Perşembe

İki ateş arasında bir kız çocuğu

Bir rüya gördüm dün gece. Savaşta iki ateş arasında kalmışız. yanımda küçük kuzenim var. Bir yandan onu kurtarmaya çalışırken, diğer yandan ne kadar korktuğumu belli etmemeye çalışıyorum.
Tir tir titriyor her yanım ama kollarımın arasından bırakmıyorum onu ne pahasına olursa olsun ben ölsem de o küçük kıza bir şey olmasın diyorum.

Uyandığımda bu rüyaya bir anlam veremesem de şu an anlıyorum ne demek olduğunu.

Büyük bir geçiş dönemindeyim şimdi. Üniversitedeki masum hayat yerini iş hayatındaki hırslara bırakmak üzere. Kırk yılda bir yaşadığım kötü anlar, artık kırk yılda bir yaşadığım mutlu anlarla yer değiştiriyor.mutluysam o an, şanslı sayıyorum kendimi. Her şeyimi konuştuğum arkadaşlarım gitti, yerine acaba nasıl konuşsam dediğim insanlar doldurdu çevremi.

İçim hala eski günlerin hatıralarıyla doluyken, dışım çok farklı bir yerde. İki ateş arasında kaldım. Korkuyorum ama kendime belli etmiyorum. İçimdeki küçük kızın beni terketmesini istemiyorum. Bana bir şey olsa bile o küçük kız hep orda kalsın, içimi ısıtsın, saçma salak konuşup insanları güldürsün, böylece kendi de mutlu olsun istiyorum...

Ama kaç yıl daha onu içimde yaşatabilirim, karşıdan gelen kurşun önce hangimizi bulur bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum belki de..

6 Ekim 2009 Salı

zıtların birliği....

biri ağlerken biri güler, bir insan ölür, bir bebek doğar; kimileri aşk acısı çeker kimileri aşktan sarhoş olur... sen ilanı aşk ederken diğeri ayrılık konuşması yapar.
işten başını kaldıramadığın gün, kimileri tatilden bıkar.

hayat zıtlıklarla güzel belki de... hayat zıtlıklarla kötü belki de...

26 Eylül 2009 Cumartesi

sevemeyişimizin nedeni

"Beni seviyor mu? Benden daha çok sevdiği bir başkası var mı? Benim sevdiğimden daha çok seviyor mu beni? Aşkı ölçmek sınamak denemek ve kurtarmak için yönelttiğimiz bütün sorular belki de aşkın ömrünü kısaltmaya da yarıyor

Belki sevemeyişimizin nedeni çok sevmek istememiz, yani karşımızdaki kişiden hiç bir istekte bulunmaksızın, ondan onunla birlikte olmaktan baka bir şey istemeksizin kendimizi ona verecek yerde ondan bir şey (aşk) talep etmemizdir. "

Milan Kundera "Varolmanın Dayanılmaz Hafifiliği"

9 Eylül 2009 Çarşamba

09 09 09

bugün yazmalıymışım gibi bir his var içimde. bugünü özel kılan rakamlar çünkü.çiftler bu tarihte evlenmek istiyor, doğumlar bugün patlak vermiş...
bazen rakamların bizi yönettiğini düşünüyorum. tarih aralığın 31'ini gösterdiğinde eğlenmek zorundasın, şubat 14 dedin mi sevgilinin kollarına at kendini, doğduğun günü gösterince takvim üfleyecek pasta arasın gözlerin.
ruh halin hiç önemli değil eğlen diyosa rakamlar sana eğleneceksin.

8 Eylül 2009 Salı

sürprizim kaçtı

insan hayatının sürprizini burun farkıyla kaçırdıysa ne hissetmelidir?
kaçırdığın sürprizi öğrenince gerçekten sürpriz oluyor. en kötüsünden hem de.
bundan 5 sene sonra muhtemelen bu sürprizi yaşamışcasına anlatacağımdan çok da üzülmeyeyim.
bir iki üç palyaçooo

resim ekleme deneme bir ki

Ben bu T-shirtten istiyorum !

4 Eylül 2009 Cuma

güzeller içinden

bir sabah çok çirkin bir kız olarak uyandım. aynaya baktığımda,sabah çirkinliği de eklenen o suratı görünce kendimden tiksindim.
ne olmuştu da bu hale gelmiştim? o güzelim eşek gözler nasıl da fasulye tanesi gibi kalmış, hokka gibi burnum ne bok yemeye kemer takmıştı kendine? aman allahım!bu gördüğümben miydim yoksa Kibariye'nin annesi mi?
sorgulamaya gerek yoktu. önsezilerim dün geceden sonra cezalandırıldığımı ve hayatımın geri kalanını bu tipsizlikle geçirmek zorunda olduğumu söylüyordu. "dilimi eşek arısı soksaydı da o sözleri söylemeseydim ne gerek vardı onca artistliğe?" dedim ve tekrar aynaya baktım. dilim de kocamandı.
bütün gece bana yavşayan erkeklere artistlenecem diye o havalı konuşmayı yapmasaydım; "konuşan güzelse, saçmalasa bile ilgiyle dinlersiniz; güzel kız sizden bir şey rica edince iki katını yaparsınız, masada güzel kız varsa 'ben çok güçlüyüm,param var arkam sağlam,benim yanımdaki kız yaşadı' anlamına gelen espirilerle bezenmiş cümleleri havada uçuşturursunuz." diye başlayıp sonra abartıp "aslında biliyor musunuz bu güzellik benim sadece zekamı örtmeye yarıyor." demeseydim!

işe gittim. her sabah beni günaydın diye gülümseyerek karşılayan güvenlik "günaydın" deyince cevap vermedi.
hay ben senin.. dedim içimden.
sustum sonra...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

perdenin arkasında

her sessiz insan gördüğümde "aslında bunun içinde ne fırtınalar kopuyordur." diye düşünmekten alıkoyamam kendimi. sesizlik içsel gevezeliktir bir nevi. düşünmeden duramaz insan ve aslında konuşurken de düşünmez o kadar. kelimeler öylece çıkar ağızdan. ama sessiz insan öyle midir ya? kuracağı öylesine bir cümle yerine defalarca düşünür. bizim cümlelerimiz gibi 10 tane cümle geçse de aklından söylemeye değer bulmaz.

sessiz kaldığım zamanlar en mantıklı olduğum zamanlardır. konuşmuyorsam eğer düşünmeyi özlediğimdendir. gözlem yapmak, düşünmek çok daha önemlidir öylesine bir cümle kurmaktan. boşa kurduğum onca cümlenin ruhu adına susuyorum şu sıralar. sessizim ...

24 Temmuz 2009 Cuma

öğrenmediğini öğrenerek

ömrüm öğrenmekle geçecek gibi görünüyor. o kadar çok şey var ki bilmediğim, hatta bilmediğimi bile bilmediğim.


öğrenmek çok güzel şey ama , sanki hayatım hep böyle gececek hiç hazır olmayacakmışım gibi geliyor. bildiklerimi kullanamadan ölecekmişim gibi. keşke hayatımda hiç kullanmayacağım tüm o gereksiz şeyleri öğrenmek için harcadığım süreyi bir trene atlayıp dünyayı dolaşarak harcasaydım. o ülke senin bu hostel benim dolaşsaydım.

adından başka hiçbir şeyi aklımda kalmayan Karlofça Antlaşmasını, Prag'ta en kötü yerde hamburger yemeğe tercih ederdim sanırım.

ya da bu masada boş geçirdiğim saatleri kek yapmaya..

final ödevlerimi copy paste yapmayı, evde müzik açıp dans etmeye..

hiç giymediğim o tshirtü almak için harcadığım onca saati, mizah dergisi okumaya ..

8 Temmuz 2009 Çarşamba

comfortably numb

geçiş dönemi en zor şey olsa gerek insan hayatında. alışmaya çalışmak, yeni alışkanlıklar edinmek, yakın geçmişi artık birer "anı" olarak kabul edebilmek...

işte tam da öyle bir dönemdeyim. öğrencilikten işsizliğe, gençlikten yetişkinliğe geçiyorum sanki. hayat boş her şey boş geliyor şimdi. boş gözlerle bakıyorum etrafıma. ne hissettiğimi bilemeyecek kadar uyuşuğum.uzun zamandır kullanmadığım klavyem tozlanmış. başımda hiç içmediğim halde bir akşamdan kalma hali.

yapacak hiçbir şeyinin olmaması ve hiçbirşeye vakit bulamaman hep aynı ana denk gelir ya. işte benim de vaktim yok bir şeye, yapmak zorunda olduğum işleri bir kenara ittim sadece uzanıyorum. göz kapaklarım her an ihanet edebilir bana , biliyorum ama karşı koymuyorum. uyandığımda hiçbir şey değişmeyecek farkındayım. tek istediğim hiçbir şey düşünmemek. akşamdan kalma halimle mutluyum belki de. sohbet etmekten kaçıyorum insanlardan kaçıyorum. ağlamaktan, dinlemekten, anlatmaktan kaçıyorum..

iş bulunca ne olacak diye düşünüyorum. para kazanmaya çalışmak ve o parayla faturlarını ödeyebilmek. hayat bu mu? bu kadar basit bir şey mi? bunun için mi onca çırpınış, onca çaba onca okuduğun kitap, öğrendiğin onca şey...

başını alıp gitmeli ama nereye? nasıl? çok zor bliyorum. bu yüzden düşünmek bile istemiyorum. tek yaptığım pink floyd "comfortably numb" eşliğinde uzanmak ve akşamdan kalma halimle boş
boş tavanı seyretmek. geçiş dönemi geçene kadar.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

aciz erkekler kulübü

sokakta gidiyorum . gayet usturuplu giyinmiş ve gayet sakin bir şekilde sadece yürüyorum...
hem de türkiye'nin en rahat en "avrupai" şehirlerinden birinde, benim gibi bir arkadaşımla akşamın biraz ilerleyen saatinde yürüyorum.

yanımızdan geçen erkeklerin bakışları bana sogulattırıyor kendimi, acaba fermuarım mı açık, yüzümde bir şey mi var açıkta bir yerim mi var ..?
sonra gelen geçen bir şeyler söylemeye bşlıyor. saçma sapan. yakşamlar diypr bir grup erkek, diğer grup nereli olduğumuzu soruyor, bir diğeri hızını alamayıp "aşkım" diye bağırıyorsonra ekliyor "popon ne güzel!", yandan geçen araba duruyor ve camları iniyor içindeki 4-5 erkek kafayı uzatıp onlarla gece kulübüne gidip gitmeyeceğimizi soruyor..

birilerine cevap veresim geliyor "ne dedin sen" diye bağırıyorum, arkadaşım kolumdan tutuyor ve erkek tayfası cevap veriyor "ne yapabilecen ki gelsen!" haklı. çok haklı hem de . zavallı çaresiz erkeklere ne yapabilecem ki normale dönsüz. ne yapılabilir ki onlara. zavallı hallerine gülmekten başka.

eve geliyoruz savaştan çıkmış gibiyiz. hiçbir şey yapmadan yorulmuşuz, hafta sonu akşamı "hiçbir sebep yokken" moralimiz bozuk.
nerden çıktı bu sinir şimdi? hay allah niye ki?

10 Mayıs 2009 Pazar

hayale giden araç hangisi?

bir çocukla tanıştım dün. benden bir yaş küçük. sessiz sakin kendi halinde. sanırım uyuşturucu bağımlısı. bütün gün yanyana olmamıza rağmen tek bir kelime etmedi. ondan duyduğum tek cümle sigara var mı? oldu.

bütün gün uzaklara bakıp neyi düşündüğünü sordum. "hiçbir şey" dedi "ben biraz salağımdır hiçbir şey düşünmem öylece bakarım uzaklara" dedi. salak olanların asla bunu kabul etmediklerini bildiğim halde sustum. gülümsedim. "bende de biraz mallık var aslında" dedim. "ben de öylece bakmayı severim" gülümsedi ama bir şey söylemedi.

akşam dönüş yolunda vapurdaydık. öylece denizi izlerken yakaladım onu. "nereye gitmek isterdin diye sordum" "bilmem" dedi, "nereye gittiğinin bir önemi yok nasıl hissettiğin önemli".
sustum . "peki ne meslek yapmak isterdin?" dedim " hiçbir şey olmak istemezdim." "sadece asgari param olsun gezeyim dedi." sıkılırsın ama" dedim. "dünyada gezecek o kadar yer var ki? sence insanın ömrü yeter mi ki sıkılsın " dedi?

düşündüm. evet insan sıkılmaz . çalışmak zorunda değilsin. tüm bu kuralları kim koyuyor? okula git üniversite oku, sonra okuyabildiğin kadar daha oku. bir işe gir çalış, yüksel sonra daha da yüksel hep çalış ki paran olsun.
peki neden param olsun? ben bir işe neden gireyim? tek amacım çalışmak mı? ya da tüm amaç para mı?

hayır. şimdi daha iyi anlıyorum . para da iş de bir araç olmalı yaşamak için. gözünü kariyer ve para bürümüş onca insan ne kadar mutlular acaba? bunları ne için yaptıklarını sorguluyorlar mı?

herkesin unuttuğu bir şey var :"hayal"
bize yıllar yılı okumamızı iş sahibi olmamızı öğütleyenler neden bundan bahsetmediler? bunların sadece hayallerimiz için gerekli oldugunu neden öğretmediler?

doktor olmak değil hayal, kazanacağın parayla gidip Moracco'da yaşayabilmektir.

profesör olmak değil hayal, o "salak" çocuk gibi dünyayı gezmeyi istemektir.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

planı yok etme planı

planlı olan çok şeyden nefret ettiğimi anladım. hayatı akışına bırakmak kadar güzel bir şey varken neden sürekli bir günün hatta bir saat sonranın planını yapar ki insan?

1 saat sonrası için plan yapmak , dolu dolu yaşayabileceğin o bir saati es geçmektir.
insan en çok kafasında bir şey olmadığı zamanlarda rahattır o zaman özgürdür ve o zaman yapar hayatını değiştirecek şeyleri.

asla yarın için yaptığım plana uyamayacağımı biliyorum. güzel bir şeyi plan süsü vererek katledeceğimi de biliyorum. bu yüzden planlardan ve hayatımı planlayanlardan sürekli kaçıyorum. bana ne yapmam gerektiğini söyleyenlerden kaçmak, şu iki saatimi nasıl değerlendirmem gerektğini söyleyenlere inat 2 saat hiç birşey yapmadan boşluğa bakmak geliyor içimden.

yarın ne yapacağız?
bugün için planımız ne ki?
hafta sonu önce burda bunu yiyip sonra şurda kahve içer şurda da alışveriş yaparız olur mu?

"plan program zamanlama " gibi sözcükleri hayatımdan çıkaracak esaslı bir plana ihtiyacım var.

24 Nisan 2009 Cuma

herşey dahil beş sene

dolu dolu geçen beş yıllık üniversite hayatının sonu. biri bana bunları bunları yaşayacaksın deseydi "sadece masallarda olur" derdim. ama yaşadım.hem de masal kahramanlarını özendirecek şekilde yaşadım. dolu dolu...
içinde her şey vardı. güven, ihanet, aldatmak, paylaşmak, mutluluk, kalp ağrısı,çılgınlık , delilik her şey...
herşey dahil beş yıllık bir programdı bu ve bir kez bile pişman etmedi bizi. bir saniye bile lanet etmedik, keşke demedik. "iyi ki'lerimiz o kadar çoktu ki, bu masalda üzüntünün süresi en fazla 2 gündü. şimdi yavaş yavaş son sayfaya geliyoruz. hiç bitmesin istediğin bir filmin son sahnesi gibi. hep çalsa dediğin şarkı gibi.

acaba gökten kaç elma düşecek ve kaçımız yiyebilecek onu? ve kimlere yarayacak bu elma, kimlere dokunacak?




14 Nisan 2009 Salı

tanımlanamayan boşluk

bilmiyordum içimdeki boşluğun nedenini.
boşluğa isim takmaca oynadım kendi kendime. yalnızlık? yanlışlık? zamansızlık ? yanlış tesadüf? neydi ne olmalıydı üzüldüğüm şeyin adı? bilemedim...

bilmek de istemedim belki. çünkü adını koyarsam çözümünü de bulacaktım. ve çözümünü bulursam , o boşluk artık benim olmayacaktı...

12 Nisan 2009 Pazar

duygu artıkları

yürürken düşünüyordu . düşünmek değildi aslında tan olarak; kafasından geçen yüzlerce kareydi, yüzlerce "an"dı. film sahneleri gibi anlamlı,görkemli olmasına gerek yoktu. çocuk merhaba demişti kız gülümsemişti. çocuk elini kızın beline dolamıştı kız kızarmıştı, çocuk havaya bakmıştı ,kız ona.. hiçbir anlamı olmasa da yürürken düşünüyordu işte.

anlamı olmasa da hisler vardı. hissetmeyi özlemişti belki de.hissizleşmeten korktuğu için elinde kalan tek şeyle yetinmek zorundaydı. duyguları olmadan o bir hiçti ve şimdi neredeyse onu kaybetmek üzereydi. gimesine izin vermemek için en son kırıntıları kullanıyordu işte.
hepsi bu...

7 Nisan 2009 Salı

beyindeki boşluk

güzel bir nisan akşamında yapılacak , seni mutlu edecek pek çok şey vardır.
hatta akşamlardan nisan olduğunu bilmek bile yeter içini kıpırdatmaya.

"peki o zaman nedir bu içimdeki anlamsız boşluk?" diye soracak olanlara verilecek en güzel cevap "boşluk senin beyninde." olacaktır ki bu yazı ben ve benim gibi beyni boş bomboş olanlara yazılmıştır.

allah gözünü doyursun. daha ne istiyorsun. fıstık gibi bir şehirde okuyorsun ve fıstık gibi bir hayatın var. en güzel bölümdesin , çevren senin kafadan arkadaşlarınla dolu. her gece dışardasın yediğin önünde yemediğin arkanda. ailen ne istesen yapıyor. sağlıklısın güzelsin istediğin şeyi elde edecek kadar zekisin, espiri yeteneğin var yazı yazıp derdini anlatacak kapasiteye sahipsin. güzel yemek yapan bir ev arkadaşın var. kolbastı oynayabileceğin orda burda çıldırabilceceğin ekürilerin var.
istersen bornozla gezebileceğin herşeyin normal karşılandığı bir şehirde yaşıyorsun.abaza erkek yok rahatsız edeni yok ...

o zaman nedir bu uzaklaras dalmalar artistlikler durup durup düşünmeler... yok kafam bozuklar , içimde kocaman bir boşluk varlar, ben anlatsam siz anlamazsınızlar...

şımarmayınız efendim. bulmuşsanız bunamayınız lütfen. adam olunuz ergen triplerinden kurtulunuz. eğer çok sıkılırsanız takvime bakınız nisan ayında olduğumuzu görüp susunuz.

gereksiz açıklama: bu yazının ana fikri "don't worry be happy" şeklinde açıklanabilir

30 Mart 2009 Pazartesi

3000 kelime! gençliğimi geri ver

3000 kelimelik ingilizce makalede harcadım gençliğimin en verimli zamanını. evet bence en verimli günüm buydu. bu gece yazacaktım hayatımın yazısını bu gece okuyacaktım en etkilendiğim şiiri bu gece hayatımın aşkıyla tanışacaktım sokakta belki...
ama olmadı 3000 kelime buna izin vermedi. "you are not allowed to" dedi.
harcadım. gençliğimin en güzel zamanını ben bu gece bu makaleyi yazarak harcadım...

27 Mart 2009 Cuma

üç maymun

bahar ayında verilen kararlar risklidir. insan mantıklı düşünemez çünkü, hormonlar mantığın önündedir ve seni yönetmek için pusuda beklerler.

dikkatli olmak gerekir. soğukkanlılığı elden bırakmamak, titreyen vücuduna sahip çıkmak, kalbinin sesini duymazdan gelmek... hormonların esiri olmamak.

bu yüzden çok da dinlememeli insan kendini bahar aylarında. üzülürsün çünkü. saçma sapan kararlar orda öylece seni bekler "beni seç beni seç" diye. görmemeli insan; duymamalı, bilmemeli bazı şeyleri. görmezden gelmeyi başarabilmeli . kalbini bile.

25 Mart 2009 Çarşamba

insan doğası

bir şey ne kadar zorsa o kadar güzeldir. ne kadar ulaşılmazsa o kadar "ulaşılası"dır. ne kadar gizliyse o kadar aranır ne kadar sessizse o kadar dinlenir...

insanı çözmek çok da zor değil .

26 Şubat 2009 Perşembe

anılar

hafıza güvenilir değildir. bir odanın şeklini veya bir arabanın rengini değiştirebilir. Ve hatıralar çarpıtılabilir. anılar birer youmdur, kayıt değil. Gerçekler varken onlar önemsizdir.

"Akıl defteri"
(Memento)

24 Şubat 2009 Salı

kendinle baş başa

yalnız kaldığın zamanlar bazen yabancılaşırsın kendine. eğer uzun süre teksen evinde , kendi sesini bile duyamıyorsan, işte o zaman aynada görüdüğün yüz bir garip gelir sana.
sen değilsindir sanki o. başka biri, daha ciddi. daha sessiz böyle daha farklı.
neden acaba ?
dışardaki başkalarının yanındaki kendimize o kadar alışmışız ki, tek başımıza kaldığımızda gördüğümüz manzara bir garip gelebiliyor bize.
acaba hangisi daha gerçektir ?

bazen yabancılaştığımda şekilden şekle sokarım suratımı. "benim merak etme her zamanki ben bak.." dercesine.
yoksa deliriyor muyum?

ama her şeye rağmen yalnızlık güzel şey. ruhunu dinlemek , mümkünse aynaya bakmamak, bir süre kendi sesini duymamak...
delirmeye değer.

15 Şubat 2009 Pazar

boşluk doldurmaca

fill in the blanks with the suitable person.

hayatı tek kişilik yaşamaya alışmadığımız için birisi eksilirse hemen yenisiyle doldurmak istiyoruz.
ağlarken gülerken , güzel bir yazı okumuşken, mutlu bir haber duymuşken ona koşalım, iki kişilik yaşayalım hepsini istiyoruz.
yoksa bir manası olmazmış gibi. benim mutlu haberime benden başka biri de mutlu olsun istiyoruz üzülürken o da üzülsün. yoksa ne mantığı var ki bunları tek başına yaşamanın ?

böyle saçma bir mantığımız var işte itiraf edemesek de. takdir edilmek , ilgiyi hissetmek, merak edilmek, kıskanılmak, özel hissetmek... daha neler neler.. kimbilir bunları yazarken bile itiraf edemediğimiz neler vardır bilinçaltımızda.

aşık olursan hiçbirini gözün görmüyo ama aslında bu yüzden aşık oluyorsun ve kaybettiğin zaman , özlediğin şeylerden anlıyorsun nedenini. iligiyi özlemek sıcaklığı özlemek, özel hissetmeyi özlemek, mutlu bir haber aldığında paylaşmayı özlemek...

sana bakışını özlemek mesela. o bakışlardaki kendini özlüyorsun sen. ve o gittiğinde onla kaybettiğin benliğini..kendini. çünkü alışmamışsın kendi hayatını tek kişilik yaşamaya.

14 Şubat 2009 Cumartesi

sövgülü'ler günü

bugün 14 şubat. kapitalizmin bize bahşettiği muhteşem sevgililer günü. bugün herkes birbirine sevgi göstermek zorundadır, sevgililer birbirine hediye almak hatta en kralından sürpriz yapmak zorundadır. canın istemiyorsa bile mecbursundur. çünkü kurallar böyledir ve eğer oynamak istemiyorsan yalnız kalmaya mahkumsundur. sevgililer gününe sövgüyle bakanın hayatında biri olması zordur , çünkü kurallara uymuyor demektir ve diskalifiye edilecektir.

romantik bir akşam yemeği, bir demet çiçek, şarap, garsonlar, mum ışığı, elele yürünebilecek bir yol, tercihen hafif yağmurlu bir hava günün olmazsa olmazlarıdır. ha bir de sevgili tabi ..

bütün malzemeler hazırsa ne duruyorsun ? dışarda senin gibi yüzlerce çift var! git ve birlikte oynayın hadi. kuralları biliyorsun nasılsa...

11 Şubat 2009 Çarşamba

nerden geldim istanbul'a

haydarpaşa'dan inip denize doğru kısık gözlerle bakarken elimdeki Pierre Cardin bavulu tahta, daracık kotumu ispanyol paça zannediyordum adeta.
Tam aklımdan "seni yenmeye gel..." cümlesi geçerken yanımdaki teyzenin beni itip "hadi kızım jeton almıyosan çekil ayak altından vapur gelcek " sözleriyle gerçeğe döndüm. anladım ki bir türk filmi değildi bu ve şu ana kadar kimse yenememişti zaten istanbul'u.

vapurda giderken nadir bulduğum deniz havasını sonuna kadar içime çekmeye çalıştım. denizin kokusu ciğerlerime tam işlemeye başlamıştı ki, koca bir dalga beni ve bavulumu baştan aşağı ıslattı.
gözlerimi açtım yüzümü sildim ve :
- hoşbulduk istanbul. dedim
sen başlattın savaşı....

6 Ocak 2009 Salı

deneme bir ki

bakim yazdıklarım nasıl görünüyor?
hangi yazı karakteri daha iyi acaba ???